Türkiye’nin doğusunda bazı şehirler savaş alanına dönmüş durumda. PKK, özyönetim iddiasıyla son seçimlerde en yüksek oyu aldığı bazı bölgelerde hayatı yaşanmaz hale getirdi. Cizre, Silopi, Sur ve Nusaybin’de sokaklarda fiili bir savaş var.
Dağdaki terör unsurları, beş yüzerli ve binerli gruplar halinde bu şehirlere inmiş durumda. Görünen o ki PKK, şehirleri bizzat savaş alanı olarak seçiyor. Birçok defa yazıldı, ama ben sadece soruları sormakla yetineceğim: PKK, şu anda hangi amaç için şiddete başvuruyor? Kürtlerin yaşam haklarına, mülkiyetlerine, temel insani değerlerine ve onurlarına yönelmiş bir saldırı mı var?
Şiddet ancak bu türden insani hak ihlalleri için meşru bir yol olabilir. Bunlar dışındaki sorunlar için hak arama ve sorun çözme, siyasi süreçlerle sağlanabilir. Yoksa elde ettiğiniz kazanç, verdiğiniz zararı telafi edemez. Şiddetin ve savaşın doğaya, insana, aileye, ekonomiye ve kültüre verdiği zararın telafi edilmesi çok zordur.
Son olaylardan sonra aileler, evlerini ve şehirlerini terk etmeye başladılar. Cizre ve Silopi hayalet şehirlere dönmeye başladı. Dar bir alanda da olsa ikinci bir doksanlı yıllar dalgası yaşanıyor. Rızaya dayalı olmayan, zorunluluktan kaynaklanan bu tür göçler, şiddeti besliyor.
Zorunlu göçler aile yapılarını bozuyor. Çocuklar aile değerlerini alamadıkları ve eğitimlerini sürdüremedikleri için dış etkilere, şiddet yanlısı eylem ve örgüt faaliyetlerine daha fazla açık ve yatkın hale geliyorlar. Bu boşluğu da hemen terör ve suç örgütleri dolduruyor.
KÜRTLER NE İSTİYOR?
Şehirleri terke eden Kürtler, daha güvenli yerlere gidiyorlar. Bu, insanların ne istediğini gösteriyor: huzur ve güven. Etnik, dini ve ideolojik iddiaların huzur ve güvenden daha önemli olduğunu düşünmek, bir akıl eksikliğidir. İnsanlar, canlarına ve hayat tarzlarına yönelmiş tehdit ve tehlikeler yaşamadıkları sürece bulundukları yere adapte olmaya, orada insanlarla barış içinde yaşamaya çalışırlar.
Kürtler de böyle yapıyorlar. Şiddetten kaçıp kendileri ve çocukları için güvenli bir hayat oluşturmak istiyorlar. Bunun içinse batı illerine doğru yöneliyorlar. Bu tutum, Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamak istemediğini iddia eden PKK tezini de çürütüyor.
Geçmişte Kürtlere zulmeden kamu otoritesiydi; hayat tarzlarına, etnik kimliklerine ve kültürlerine karşı bir saldırı ve asimilasyon politikası 1924-2002 arasında sistematik olarak yürütüldü. Sadece Kürtlere değil, Türkiye’deki tüm çeşitliliğe yönelen bir şiddetti bu.
Bugün kamu otoritesi, sorunları çözmüş olmasa bile Kürtlerin kültürel ve etnik varlığını inkâr etmiyor. Kürtlerin tutumları da açıkça Türklerle birlikte yaşama iradesini ve sorunları beraber çözme isteğini gösteriyor.
ENGEL PKK VE HDP’DİR
Kürtlerin sorunlarının çözümü için iyi bir noktaya gelinmişken PKK ve HDP içindeki bir kesim, bu süreci baltalıyor; konuşmak, tartışmak ve siyaset yapmak yerine silaha sarılıyor, şiddete övgüler yağdırıyor. Ortada silahı meşru kılacak zerre kadar neden yok. Bu şekilde sorunların çözümünün önünde en büyük engel PKK ve HDP olarak duruyor. Zavallı gençleri, ölümün pençesine atarak onlar üzerinden kişisel menfaat avcılığı ve uluslar arası stratejilerin piyonluğunu yapıyorlar.
Türkiye’nin sorunları ilimle, irfanla, diyalogla, sabır ve adaletle çözülebilir; vurmayla, kırmayla değil. Vuranlar ve kıranlar, iyi niyet ve fedakârlık değil, kişisel menfaat ya da taşeronluk peşindedirler. İyi niyetli insan sağduyuyla hareket eder; şiddeti önlemeye çalışır. “Kaçak çay” gibi ciddiyetsiz işlerle uğraşmaz.
Yeni Yüzyıl, 30.12.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/siddetten-hayirli-sonuc-cikmaz-708