14 Temmuz 2011 tarihinde iki önemli olayı aynı gün yaşadık. Silvan’da güvenlik kuvvetleri ile PKK militanları arasında çıkan çatışmada 13 asker ve 7 militan hayatını kaybetti.
Bu olayın olduğu gün Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK), “Demokratik Özerkliği” ilan etti. Ağır bir insani tablo ortaya çıkaran Silvan olayının acısı toplumda derinliğine hissedildi. Silvan olayından sonra köklü bir insani sarsılma yaşandı. Taptaze fidan gibi genç insanlarımızın toprağa düşmelerine neden olan bu ‘düşük yoğunluklu, yüksek insani maliyeti olan savaşın’ bir an önce sonlandırılması, bütün Türkiye’nin en acil ihtiyacıdır. Toplum, ölüm yerine yaşamı öne çıkaran bir çığlık atmaktadır. Bu savaşın görünür ve görünmeyen aktörlerinin, toplumun seslendirdiği yaşam çığlığını duymaları ve şiddeti kayıtsız şartsız bırakmaları gerekmektedir.
Toplum Silvan olayının sarsıntısını ve şokunu yaşarken DTK’nın ilan ettiği demokratik özerkliğe farklı tepkiler gösterildi. Demokratik özerkliğin zamanlamasının yanlış olduğu ve demokratik özerkliğin yeterince tartışılmadığı yönünde eleştiriler yapıldı. BDP siyasi çizgisinin savunduğu demokratik özerklik tezi, uzun zamandır kamuoyunda gündeme getirilmiş olmasına rağmen DTK, son toplantısında bu tezi alelacele bir şekilde ilan etti. DTK’nın demokratik özerklik ilanını ‘cumhuriyetin ilanına’ benzeten BDP’liler oldu. Demokratik özerklik tezinin muhtevasının şu an için içinin doldurulmadığını, süreç içerisinde yaşanacak tecrübeler ışığında içeriğinin doldurulacağını BDP ve DTK sözcüleri ifade etmektedirler. Başka bir ifade ile BDP-DTK siyasi çizgisi, demokratik özerklik kavramını savunduğu ve geliştireceği siyasi ve sosyal proje için şemsiye bir kavram olarak kullanmaktadır. Demokratik özerkliği net çizgilerle tanımlamak yerine ucunu ve muhtevasını açık bırakmayı BDP-DTK siyasi çizgisi taktik olarak benimsemiştir.
Demokratik özerklik, BDP çizgisi tarafından özyönetim olarak tanımlanmaktadır. BDP-DTK çizgisine bölücü olarak bakan karşıt yaklaşıma göre demokratik özerklik bağımsız bir Kürt devletine kılıf hazırlamaktan başka bir şey değildir. Demokratik özerklik tezi bu açıdan eleştirilmesine rağmen bu tezin, ideolojik ve entelektüel boyutu eleştirel olarak yeterince ele alınmamaktadır.
BDP, kendi siyasi projesini demokratik özerklik olarak nitelemesine rağmen demokrasi bu tezin merkezinde yer almamaktadır. Aslında ‘demokratiklikle’ kastedilen ‘komünalliktir’. Sosyalist bir komünal yaşam biçimi demokratiklik sıfatıyla meşru ve çekici hale getirilmeye çalışılmaktadır. Demokratik özerklik, daha doğrusu komünal özerklik tezi, siyasi bir proje olmanın ötesinde sosyal bir ütopyayı ifade etmektedir. Sosyalistlerin sınıfsız toplum ütopyasının ilkel bir taklidi olan komünal yaşam ütopyasını BDP-DTK çizgisi gerçekleştirmeyi vaat etmektedir.
DTK ve BDP, demokratik özerkliği gerçekleştirecek örgütlü bir sosyal ve siyasi yapıya sahip olduğunu, demokratik özerkliği toplumun bizzat kendisinin hayata geçireceğini söylemektedir. Demokratik özerkliğin hayata geçirilmesiyle kastedilen, aslında komünal hayat tarzından başka bir şey değildir. Emeğin, ekmeğin ve üretimin paylaşılması adına toplum harekete geçirilmeye çalışılmakta ve örgütlenme adı altında toplumu kontrol edecek mekanizmalar kurulmaktadır.
Demokratik özerkliğin veya komünal hayatın gerçekleştirilmemesi halinde Kürt insanlarının dağınık kalacağı, hep baskıya maruz kalacağı ve hep av olacakları propagandası yapılmaktadır. Komünal yaşam, Kürt toplumuna bir kurtuluş projesi olarak sunulmaktadır. Bu kurtuluş reçetesi hastaya sunulan tek tedavi biçimi olarak dayatılmaktadır. ‘Ya komünal yaşam, ya kölelik!’ söylemiyle demokratik özerklik tezinin bireyler üzerindeki ağırlığı ve cazibesi artırılmaya çalışılmaktadır.
Komünal yaşam, Kürt ‘milli birlik ve bütünlüğünü’ sağlamanın yolu olarak gösterilmektedir. Komünal yaşam hayata geçirilmeden, Kürt milli birlik ve bütünlüğünün sağlanamayacağı, Kürt halkının komünal yaşamı gerçekleştiremediği sürece başka güçlere av olacağı söylenmektedir. Komünal yaşam ütopyası, ulus inşa etmenin ideolojisi ve söylemi olarak kullanılmaktadır.
Komünal yaşam ütopyasının en nefret ettiği kavram, Kürtlerin özgün ve özgür bireyler olmasıdır. Komünalist ideolojiye göre meşru ve makbul Kürt, varlığını Kürt varlığına armağan etmiş, maddi ve manevi olarak kendisini kolektivist Kürt kimliği etrafında inşa etmiş ve kendisini bu kimliğe adamış olandır. Komünal yaşam tarzı ve Kürt kimliği birbirini tamamlayacak ve besleyecek şekilde kurgulanmaktadır. Kendi başına düşünen, kendisi için uygun hayat tarzının ne olacağına karar veren Kürt bireyi, oluşturulmak istenen kolektif komünal kimliğe tehdit olarak görülmektedir. Komünal yaşam miti, insanı ve bireyi ortadan kaldırmakta, yerine ise hayali bir kolektivizmi ikame etmektedir.Kolektivizmin bütün çeşitleri gibi komünal hayat efsanesi de bireyi aşağılayarak işe başlamaktadır. Bireyin tek başına işe yaramadığını, yalnız başına olanın güçsüz ve zayıf olduğunu iddia ederek bireyin ancak bireyden daha büyük ve güçlü bir kurgu olan komün içinde yer aldığı zaman bir anlam, değer ve öneme sahip olduğunu söylemektedir. Bireyin zayıf ve değersizliğine karşı komün olanın anlamlı ve güçlü olduğunu söylemek aslında bireyin hayatını işgal etmek, yapılacak her türlü dış müdahaleyi meşrulaştırmak anlamına gelmektedir.
Bireyi inkâr eden ve ortadan kaldırmayı amaç edinen komünal yaşam veya demokratik özerklik, bireyin özel mülkiyetine, ailesine ve değerlerine önem vermemektedir. Demokratik özerkliğin dayandığı komünal yaşam efsanesi, bireysel ve özel olan her şeye karşıdır. Özel mülkiyet, inanç ve aile gibi bireyin hayatında doğal olarak var olan olguların insanlar arasında çatışmaya ve kavgaya neden olduğu düşünülürken, bunların yerine paylaşma ve dayanışma kolektivist anlamda en büyük erdemler olarak yüceltilmektedir.
Özel mülkiyet, aile ve inanca değer vermeyen, bireye ait olma anlamında her şeye düşmanlıkla yaklaşan komünal yaşam miti, Kürt halkının ihtiyaçlarına göre aile, toplum, sağlık, eğitim ve ekonomi başta olmak üzere bütün hayatın planlanmasını savunmaktadır. Yapılacak bu planlama, bireysel ihtiyaçları değil komünün ihtiyaçlarını dikkate alacaktır. Komünal yaşamın bireyi tasfiye etmesi, özgürlüğün ve çoğulculuğun tasfiyesi anlamına gelmektedir. Demokratik özerklik veya komünal yaşam efsanesi, bir özgürlük yolu olmaktan ziyade arka planında totaliter sosyalizmin bütün hastalıklarını bünyesinde barındıran bir kölelik yolu olarak karşımızda durmaktadır. Komünal yaşam şeklindeki bu kölelik yolu, maalesef insanları kendi uğrunda ölmeye ve öldürmeye ikna edebilmektedir. Şiddetin bitirilmesi de insanların komünal yaşam gibi tehlikeli mitlerden arınmalarıyla ve bireyin özgürlüğünü farkedebilmeleriyle gerçekleşecektir.
Zaman-Yorum, 20.07.2011