Şu anda cezaevinde yatmakta olan HDP eski genel başkanı Selahattin Demirtaş 24 Ekim 2022’de T24 adlı haber sitesinde “Yeni başlayanlar için Kürt sorunu nedir” başlıklı bir yazı yayınladı (https://t24.com.tr/yazarlar/selahattin-demirtas/yeni-baslayanlar-icin-kurt-sorunu-nedir,37192) . Yazıda Kürt meselesine yeni ilgi duyanlar veya meseleyi başka bir perspektiften görmek isteyenler için yardımcı olacağına inandığı bir üslup ve açıyla Kürt problemini ele aldı.
Demirtaş yazısına esas itibarıyla Kürtlerin Türk olmadığını ve olamayacağını vurgulayarak başlamakta. Daha sonra Kürtlerin özellikle dil bakımından ayrımcılığa uğratıldığını anlatmakta. Kürtlerin ana dillerinde eğitim görememesi sorununa özellikle işaret etmekte. Dile getirdiği bir diğer problem ise belli bir bölgenin Kürdistan olarak adlandırılmasından duyulan haksız ve yersiz rahatsızlık.
Bu şikâyetlere büyük ölçüde katılıyorum. Ne yazık ki Kürtler bu ülkede hayli uzun bir süre boyunca ciddî ayrımcılığa maruz kaldı. Ret ve inkâr politikaları çerçevesinde varlıkları reddedildi. Ana dillerini sadece eğitimde değil normal hayatta da kullanmaları yasaklandı. Eğitimde ise Kürtçe hemen hemen her alanda ve her seviyede görmezden gelindi. Bu yüzden, Demirtaş’ın okuyucularını kendilerini bu tür muamelelere ve mahrumiyetlere maruz kalan insanların yerine koyarak meseleyi anlamaya çalışmaya davet etmesini yararlı buluyorum, anlıyorum, takdir ediyorum.
Ne var ki Demirtaş’ın yazısında meseleyi çok eksik ve yetersiz şekilde ele aldığı kanaatindeyim. Bu yazıda Demirtaş’ın yaklaşımının çeşitli eksikliklerini ve yanlışlarını dile getirip Demirtaş’a benim perspektifimi anlatmaya gayret edeceğim.
Türkiye’de tek parti cumhuriyeti dönemi ne yazık ki bir ayrımcılık ve baskı dönemiydi. Bu dönemde tek ayrımcılık ve baskıya uğrayanların Kürtler olmadığı malûm. Bir tür “kültür devrimi” süreci içinde tek tip insan ve toplum yaratma sevdası adına Sünnisi ve Alevisi ile Müslümanların da baskı altına alındığı, tüm toplumun devlet müdahalelerine uğratıldığı bir gerçek. Meselâ Türkçe de bu tür keyfî müdahalelere maruz kaldı. Kürtlerin büyük dramı da bu dönemde başladı. 1925’te Kürt dilinin kullanılmasının yasaklanmasını öngören kanunun çıkartılması elbette Kürtlere yönelik en büyük asimilasyon çabasıydı. Bu karar ne yazık ki büyük dramlara yol açtı. Ve maalesef işler sadece bununla kalmadı, çeşitli çaplarda katliam ve sürgünlerle de yapılmak istenen şey desteklendi. Başka bir deyişle Kürt probleminin temelleri tek parti dönemi politikalarında gömülü. Öyleyse Demirtaş’ın bu gerçeği yazısında neredeyse görmezden gelmesi nasıl izah edilebilir?
1950’de demokrasiye geçilmesi tüm toplum gibi Kürtler için de önemli bir rahatlamaya yol açtı ve Kürt probleminin kademe kademe hafiflemesini sağladı. Bunda demokratik siyasetin kuralları, süreçleri ve gerekleri önemli rol oynadı. Bu çerçevede en önemli adımlar AK Parti iktidarları döneminde atıldı. Kürt kimliğini ret ve inkâr politikaları terk edildi. Kürt dili üzerindeki yasaklar kaldırıldı. Bazı üniversitelerde Kürtçe bölümleri açıldı. TRT bünyesinde Kürtçe televizyon kuruldu. Belki de en mühimi, Kürtlere Kürt olarak siyaset yapma imkânı tanındı.
Demirtaş Kürt probleminin temellerinin atılmasına yol açan, Kürtlerin yok sayılması politikasının mimarı olan ve şu ana kadar da bir özeleştiri yapıp pişmanlık dile getirmeyen CHP ile iş birliği yapılmasını nasıl açıklıyor? M. Kemal’in Kürt probleminin temellerini atan kişi olduğu gerçeğini neden ihmâl ediyor veya dile getirmekten çekiniyor? Keza, Demirtaş neden Kürt probleminin çözümü yolunda tarihimizdeki en cesur adımları hayata aktaran, hayatını tehlikeye atarak, daha sonra FETÖ tarafından çökertilen Oslo görüşmelerini yaptıran, ilk defa bir barış ve çözüm politikası takip eden, Kürtlere Kürt olarak siyaset yapma yollarını açan ve yukarıda sayılanlar dahil birçok reformu gerçekleştiren Erdoğan’ı niye hedef tahtasına oturtuyor? Bunun akılla, mantıkla, vicdanla, ahlâkla ne alâkası var?
Diğer taraftan Kürtlerin bir ayrımcılık gördüğü ne kadar doğruysa bunun başka bazı ayrımcılıklara nispetle çok daha hafif kaldığı da o kadar doğru. Meselâ ABD’de siyahların durumuyla bir karşılaştırma yaparsak durumu daha net olarak görebiliriz. Türkiye’de Kürtlerin dil bakımından ayrımcılığa uğratıldığı tartışılmaz bir gerçektir. Ama Kürtlerin bir köle muamelesine tabi tutulmadığı da aynı derecede geçerli bir diğer tarihsel hakikattir. Ülkede Kürtler için ayrı ve daha ağır bir vergi sistemi ve vergi oranları uygulanmadı. Kürtler ve Türkler için ayrı tuvaletler, lokantalar yapılmadı, otobüslerde insanlara etnisitesine göre oturma yerleri ayrılmadı. Kürtler ülkenin her yanına göç edebildi ve gittikleri yerlerde mal, mülk edinebildi. İstediği yerde oturdu ve iş yeri açabildi. Çeşitli işlere girip çalışabildi. Kürtler mahkemeye düştüğünde yargıçlar onlar için özel olarak hazırlanmış kanunları değil herkes için geçerli kanunları uyguladı. Genel olarak onların Kürt olup olmadığına bakılmaksızın kararlarını verdi. Bu sayede bugün İstanbul en büyük Kürt ili olarak biliniyor. Önemli Kürt iş adamları ve şirketler var. Kürtler ülkenin her yerine dağılmış vaziyette. Kürtlerle Türkler afrasında kuvvetli ve kopartılması imkânsız bağlar mevcut. Bu gerçekler niye görmezden geliniyor?
Kürt problemin en önemli parçası bugün KCK diye bir örgütün ve onun siyasî kolu olarak HDP’nin ve silahlı kolu olarak PKK’nın var ve aktif olması. Kürtlerin şu andaki ana problemi Kürt dilinin eğitim dili olarak kullanılmaması. Şahsen bu konudaki tüm talepleri destekliyorum. Bir pilot bölge belirleyerek okullarda Kürtçe eğitim vermeye başlanmasını ve uygulamanın adım adım yayılmasını savunuyorum. Gelgelelim, bu talebin dile getirilmesi ve desteklenmesi için silaha ve teröre ihtiyaç olduğunu hiç ama hiç sanmıyorum.
KCK’nın silahlı kampanyasında on binlerce insan öldü; yüz binlerce insanın hayatı mahvoldu. Türkiye yüz milyarlarca dolar kaybetti. Yıllar boşu boşuna harcandı. Büyük bir enerji heba edildi. Bütün bunlara değdi mi? PKK silah yoluyla ülkede ne elde edebildi? Demokratik yollarla ilerlemeye çalışmak daha fazla yol alınmasını sağlamaz ve daha medenî bir yol olmaz mıydı? PKK’nın silahlı eylemleri daha büyük toplumda ve sade Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında korku mu yoksa sevinç mi yaratıyor? İnsanlar terör eylemlerine seviniyor mu öfkeleniyor mu? Kürtler genel nüfus içinde bir azınlık olduğuna göre korkan ve irrite olan insanlar mı yoksa barış ve huzur içinde yaşayan insanlar mı Kürtçenin bir eğitim dili olarak kullanılması çağrılarına ve taleplerine sempati gösterir? PKK’nın terör eylemleri geniş toplumun Kürt probleminin çeşitli boyutlarını görmesine engel olmadığı denebilir mi?
Keza, bölgenin ekonomik bakımdan nispeten geri kalmasında bölgedeki güvenlik problemlerinin hiç rolü, menfi katkısı olmamıştır denebilir mi? Son zamanlarda bölgedeki ekonomik canlanma, hassaten turizmdeki hareketlenme neyin işareti olarak okunabilir? Diyarbakır annelerinin çağrısı boşuna mı, anlamsız mı? Bu anneler de Kürt değil mi? KCK Diyarbakır Anneleri üzerinden Kürtler arasında bir ayrımcılık yapmıyor mu?
Bir diğer problem bölgedeki KCK hâkimiyetinin yaratması muhtemel sonuçlar. Bu ideolojik duruşu, yapılanması ve işleyişiyle bölgede bir KCK hâkimiyeti kurulsa demokrasi gelişir mi yoksa tamamen ortadan kalkar mı? KCK çevrelerinin “tek adamcılığı” ile Kemalist çevrelerin “tek adamcılığı” -her iyi şeyi bir tek adamda arama ve bulma veya bir tek adamın yaptığı her şeyde bir iyilik arama- eğilimi arasında benzerlikler yok mu? Yoksa Kemalist kesim ile KCK kesimi birbirine siyasî kültür bakımından diğerlerine nispetle daha mı yakın? Bundan dolayı mı iş birliği yapıyorlar?
Türkiye’de Kürtlerinkine benzer şikâyetleri olan başka gruplar da var. Onlar da dillerinin yok olma sürecinde ilerlemesinden şikâyetçi. Meselâ Çerkezler. Meselâ Araplar. Özellikle Çerkezler ana dillerinde yayın yapan bir TRT kanalı kurulmasını memnuniyetle karşılayacaklardır. Ancak, Çerkezler dilleri unutuluyor, eğitim dili olarak kullanılmıyor diye bir silahlı eylem kampanyası içinde değiller. Demirtaş ne der acaba, Çerkezler de KCK’nın yolunu mu takip etmeli, yani silahlı gruplar kurarak terör eylemlerine mi girişmeli?
Ben Demirtaş’ı anladım. Yazısında hak verdiğim noktaları da belirttim. Şahsen de Kürtçeye özel bir ilgi duyuyor ve öğrenmeye çalışıyorum. Ama umuyorum ki Demirtaş da beni anlamaya ve bu yazıda dile getirilen argümanları cevaplandırmaya çalışır. Zira, hakikat hiç kimsenin tekelinde değil; ancak serbest ve namuslu bir tartışma yapma, karşılıklı olarak fikir alıp verme yoluyla ilerleyebiliriz.