12 Haziran seçimlerine yaklaşık bir hafta kaldı. Daha önceki bazı yazılarımda partilerin siyasî vaatlerini, daha somut söylersek, bürokratik askerî vesayet, özgürlükler, yeni anayasa vb. meselelere bakışlarını ele alıp tahlil etmeye çalışmıştım.
Seçim öncesi siyasî tabloyu tam olarak görebilmek için partilerin ekonomik vaatlerini de incelemek gerekiyor.
Önce AKP’nin 8 yıllık ekonomik performansına göz atalım. İktidar, ekonomide nispî bir başarıya imza attı. Bunu bir taraftan yurtiçi hasıla (YİH), kişi başına gelir, ihracat rakamlarındaki değişikliklere bir taraftan de-regülasyon, özelleştirme ve yabancı sermaye girişlerindeki performansına bakarak söyleyebiliriz. Sekiz yıl içinde YİH ikiye katlandı. Kişi başına gelir 10 bin dolara yaklaştı. İhracat çeşitlendi ve arttı. TL’den altı sıfır çıkartılarak toplumda psikolojik rahatlama sağlandı. Hükümet sıkı para politikasından önemli bir taviz vermedi. Bu sayede enflasyon yüzde 30’dan yüzde 5’e, nominal faizler yüzde 67’den yüzde 9’a düştü. Hava ulaşımındaki de-regülasyondan sonra sektöre yeni şirketler girince rekabet doğdu, fiyatlar indi ve kalite yükseldi. Enflasyonun düşmesi başka mallarda ve hizmetlerde de nispî bir ucuzlama getirdi. Bugün tekstilde, ilaçta, mobilyada ve diğer bazı kalemlerde nispî fiyatlar 10 yıl öncesine göre daha düşük. AKP altyapı yatırımlarına önem verdi, kara ve demiryolu ağını genişletti. AKP hükümetleri özelleştirme ve yabancı sermayede de doğru bir politika izledi. Özelleştirmelerde, kimi hatalara rağmen, önemli bir yol alındı. Verimsizlik, israf ve yolsuzluk kaynağı KİT’ler büyük oranda tasfiye edildi. Ülkeye, önceki yıllardakinden çok daha fazla yabancı sermaye girişi gerçekleşti.
Şüphesiz, AKP iktidarlarının başarısızlıkları ve yanlışlıkları da oldu. Bana göre bunların bazıları şunlar: Sosyal güvenlik sisteminde farklı modellerin yarıştırılması yerine tek tipleştirmeye gidilmesi hataydı. Emeklilik yaşını yükseltmede yeterince kararlı davranılmadı. Böylece, gelişi kaçınılmaz olan sosyal güvenlik krizi sadece biraz ertelendi. AKP hükümetleri bir taraftan KİT’leri tasfiye etmeye çabaladı, ama diğer taraftan belediyelerin BİT’ler kurmasına engel olmadı. Korkarım BİT’ler ileride ülkenin başını çok ağrıtacak. Kurumlar Vergisi’ni yüzde 30’lardan yüzde 20’ye düşüren irade diğer vergilerde aynı cesaret ve kararlılığı gösteremedi. Vergi mevzuatını basitleştirme yolunda da bir adım atmadı. Birçok üründe çifte vergileme devam ediyor, yani devlet verginin de vergisini alıyor. İşyeri açma ve kapama, eleman alma ve çıkartma kolaylaştırılmadı. Bugün bir işyeri açmak da kapamak da çile ve Türkiye, iş kurma kolaylığı endekslerinde çok alt sıralarda. İmar mevzuatında şehirleri yenilemeyi kolaylaştırmak için yapılan değişiklikler belediyelere despotik sayılacak yetkiler tanıdı ve özel mülkiyetin gasp edilmesini veya dis-fonksiyonel hâle getirilmesini kolaylaştırdı. TOKİ özel sektörün alanını haksız rekabetle ciddi oranda daralttı. Büyük umutlar bağlanan ipotekli konut kredisi uygulaması, dikkatli yapılmazsa, ileride, 2008 ABD krizi ölçüsünde olmasa bile, bir krizi tetikleyebilir. AKP iktidarları zamanında, sanıyorum, kamu çalışanlarının sayısı azalmadı, arttı. Yani devlet-kamu, istihdam ettiği çalışan sayısı bakımından büyüdü.
Tüketimi Değil Üretimi Teşvik Edin
Seçim kampanyalarında partiler cömert ekonomik vaatlerde bulunuyor. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, AKP’nin vaatlerinin daha ihtiyatlı ve daha gerçekçi olduğu söylenebilir. Ancak, ‘çılgın proje’ler ve şehirlere yönelik abartılı kamu yatırımı vaatleri bu ihtiyatlılığa uymuyor. Diğer partiler ölçüsünde olmasa bile AKP de kamuyu ekonominin motoru olarak görüyor. Bu yanlış. Türkiye gibi altyapı yatırımlarına çok ihtiyaç olan bir ülkede kamunun altyapı tesisleri yapması normal olsa bile, ekonomiyi asıl geliştirecek olan piyasa ekonomisinin dinamikleridir. Vergilerin makulleştirilmesi, vergi idaresinin etkinleştirilmesi, iş kurma ve işletme mevzuatının basitleştirilmesi, piyasa ekonomisinin kurumsallaştırılması uzun vadede en iyi sonuçları verecek yoldur. AKP bunu anlamak açısından diğer partilerden daha iyi konumda. Ancak, son zamanlarda seslendirilen ‘sıfır reel faiz’ söylemi hatalı ve korkutucu. Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma için daha yüksek tasarruf oranlarına ulaşması lâzım. Sıfır faiz bunu engeller. “Kendi uçağımız, otomobilimiz…” gibi hislere hitap eden sözler de birer iktisadî teşebbüs olarak rasyonaliteye uydurulması zor olan vaatler.
İki büyük muhalefet partisinin vaatleri ve ekonomik kavrayışları, ne yazık ki, AKP’ninkinden parlak değil. Gerek CHP, gerekse MHP ekonomiyi bir bölüştürme, paylaştırma, dağıtma süreci olarak anlıyor sanki. CHP kafayı ‘ülkenin zenginliğinin paylaşılması’na takmış, zenginliğin nasıl var edileceğiyle ilgilenmiyor. “Herkes rahatlayacak!” diyor ama rahatlamayı üretimin artmasının sonucu olarak değil, karşılıksız dağıtacağı ‘gelir’in fonksiyonu olarak görüyor. Uçuk devletçilerin ‘vatandaşlık geliri’nin biraz daha mütevazı versiyonu olan ve yanlış şekilde ‘aile sigortası’ olarak adlandırılan bir dağıtım sistemi kuracağını söylüyor. Bunun kaynak, organizasyon, adalet, ahlak ile çalışma ve davranma müşevvikleri açısından ne gibi problemler yaratacağından habersiz. MHP’de de benzer bir hava var. Bu parti 13 milyon yoksul aileye düzenli gelir sağlayacak ve her yıl 700 bin kişiye iş yaratacakmış. Hangi kaynakla ve nasıl? Sanırım, iktidar şanslarının olmadığını düşünmeleri CHP ve MHP’nin vaatleri abartmasını kolaylaştırıyor.
Ekonomi bir dağıtım meselesi olmaktan çok, bir üretim meselesi. Üretim yapılırken zaten bir dağılım da vuku bulmakta. Üretim sürecinde piyasa şartlarında gerçekleşen dağılıma keyfi müdahaleler, kısa vadede dağıtım imkânlarını artırsa da, uzun vadede daraltır. Bu yüzden, üretim süreçlerine müdahale ederek yeniden dağıtım yapmaya çalışmak yerine, vergilendirilen üretimin artmasıyla genişleyecek kaynakların piyasa dışı ölçütlere göre dağıtılmasıyla yetinmek gerekir. Bu çerçevede de mümkün mertebe şarta bağlı olmayan dağıtımdan kaçınılmalıdır. Karşılıksız refah hizmeti sağlamak arzulananın tam tersi sonuçlar verebilir. Refah hizmetlerinde muhtaç olduğunu iddia edenlere mutlaka ihtiyaç testi yapılmalı ve testi geçenlere şarta bağlı nakit aktarılmalı. Meselâ, hükümetin Dünya Bankası’nın bir projesine bağlı olarak yürüttüğü Şartlı Nakit Transferi (ŞNT) bu bakımdan hayli başarılı. İstisnai haller dışında (ağır engelliler, ebeveynsiz çocuklar, kimsesiz ve hasta yaşlılar, ciddi doğal afetlerin mağdurları vb.) dışında hiçbir toplum kesimine ihtiyaç testini geçmeden kaynak aktarma yoluna gidilmemeli. İnsanlar tembelliğe ve asalaklığa değil çalışmaya, üretmeye teşvik edilmeli. Aksi takdirde hep birlikte fakirlik denizinde yol alırız. Bütün partilerin ama özellikle CHP ve MHP’nin ilk öğrenmesi gereken bu.
Zaman, 03.06.2011