Türkiye’de son parlamento seçimlerde, bazı seçim bölgelerinde seçim güvenliğinin sağlanması önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bazı sandıklarda kayıtlı seçmen sayısından fazla oyun bir partiye çıkmış olması, özellikle kırsal kesimlerde seçmenlerin oylarını korku içerisinde verdikleri yönündeki duyumlar, seçim ve sandık güvenliğinin ciddi bir şekilde gündeme gelmesine sebep olmuştur.
Nitekim 7 Haziran seçimlerinde yaşananların bir başka benzerinin 1 Kasım 2015 tarihinde yapılacak parlamento seçimlerinde tekrardan yaşanmaması amacıyla, bazı seçim çevrelerindeki sandıkların daha güvenli alanlara kaydırılması gündeme gelmiştir. İçişleri Bakanlığı bölgede güvenli bir seçimin yapılması amacıyla bir dizi toplantılar yapmaktadır. Bazı siyasi partiler, seçim sandıklarının başka bölgelere kaydırılması yönündeki uygulamanın anayasal açıdan sorunlu olduğu yönündeki iddiaları gündeme getirmişlerdir.
Demokrasilerin olmazsa olmaz nitelikteki temel gereklerinden birisi de hür ve serbest seçimlerdir. Hatta demokrasileri diğer rejimlerden ayırt eden en temel uygulamanın hür ve serbest seçimler olduğu söylenebilir. Hür ve serbest seçimlerin demokratik bir değere haiz olabilmesi, her şeyden önce seçimlerin mümkün olduğunca güvenlik ve emniyet içerisinde yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Kısaca seçmenlerin, oy kullanırlarken, her türlü harici baskı ve etkilemelerden azade olmaları gerekir.
Şayet bir seçim çevresinde, bazı seçmenler ağır tehditlere maruz kalıyorlarsa, verdikleri oyun bilinmesinin hayatlarına mal olacağı yönünde tehditlere muhatap oluyorlarsa, orada kullanılan oyların demokratik bir değer taşıdığını söyleyebilmek mümkün değildir. Nitekim bütün demokratik devletlerde seçimlerin güvenlik içerisinde yapılmasını sağlamak üzere devletlere yükümlülükler yüklenmiştir. Aksi halde, bu devletlerde yapılan seçimlerin demokratik olduğu söylenemez.
Türkiye’de seçim bölgelerinin ve seçim sandıklarının nasıl teşekkül edeceği 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda düzenlenmiştir. 298 Sayılı Kanunun 4. Maddesine göre, “Seçimlerde, her muhtarlık, bir seçim bölgesidir”.
5. Maddeye göre: Seçimlerde, her seçim bölgesi gerektiği kadar sandık bölgesine ayrılır. Bir sandık bölgesi esas itibariyle köylerde (200), kasaba ve şehirlerde (150) seçmeni kapsar. Birden çok mahalle veya semt gibi toplu yerleşim birimlerinden oluşan muhtarlıklar, her birinde yukarıdaki seçmen sayılarının varlığı aranmaksızın, mesafe durumu ve ulaşım güçlükleri dikkate alınarak, gereken sayıda sandık bölgesine ayrılabilir.
Bunlar, seçim güvenliğinin ihlal edilmediği olağan bir seçim döneminde tatbik edilmesi gerekli kanuni prosedürdür. Seçim güvenliğinin ihlal olduğu durumlarda farklı uygulamalar gündeme gelebilir.
Türkiye’de seçim güvenliğini sağlamanın iki boyutu vardır.
Birincisi, emniyet kuvvetlerini ilgilendiren yönüdür. Bunu sağlama yükümlülüğü İçişleri Bakanlığına aittir. İçişleri Bakanlığı Polis ve Jandarma teşkilatlarında görev yapan emniyet birimleri vasıtasıyla bu görevi icra ederler.
İkincisi, başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere bütün seçim kurullarını ilgilendiren yöndür. Anayasanın 67. Maddesine göre, “…oy kullanılması ve oyların sayım ve dökümünde seçim emniyeti açısından alınması gerekli tedbirler Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından tespit edilir”. Benzer hükümler, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda da yer almaktadır.
Söz Konusu Kanunun 16. Maddesine göre, “İl seçim çevresi içinde seçimin düzenle yürütülmesini sağlamak için gereken bütün tedbirleri almak ve seçim işlerini denetlemek” görev ve yetkisi İl seçim kuruluna aittir. Aynı Kanunun 20. Maddesine göre: “İlçe çevresinde seçimin düzenle yürütülmesini sağlamak için gereken bütün tedbirleri almak ve seçim işlerini denetlemek, sandık kurullarını kurmak” görev ve yetkisi İlçe seçim kuruluna aittir.
Gerek İlçe gerekse İl seçim kurullarının sandık kurulması da dâhil olmak üzere yaptıkları işlemlere karşı yapılacak itirazlar üzerine nihai karar mercii YSK’dur.
Kanuni olarak İlçe seçim Kurulları sandıkları teşkil ederken, 298 Sayılı Kanunun 4. ve 5. Maddeleri ile bağlıdırlar. Sandıkları keyfi olarak oluşturamazlar. Fakat, YSK ile İl ve İlçe Seçim Kurullarının Anayasal ve Kanunu yükümlülüklerinden birisi de “…oy kullanılması ve oyların sayım ve dökümünde seçim emniyeti açısından alınması gerekli tedbirleri” almaktır.
Şayet seçim sandıklarında seçmenlerin hür ve serbest iradeleri ile oy kullanmalarını ciddi manada zorlaştıracak ya da imkânsız hale getirecek şartlar ortaya çıkmakta ise o zaman ilçe seçim kurulları, seçmenlerin güvenli ortamda oy kullanmalarını mümkün kılacak önlemleri alabilir. Bu kapsamda bazı sandıkları daha güvenli bölgelere kaydırabilir.
Burada bir hususa daha ayrıca temas etmek istiyorum. Özellikle kırsal kesimlerde oy kullanan vatandaşlar, kullandıkları oy neticesinde, Terör örgütlerinden ciddi manada tehdit alıyorlarsa; mesela “bu köyde şu parti haricinde partilere oy çıkması halinde sizlere şunları şunları yapacağım” diye tehditler yapılıyorsa ve bu tehditlerin meydana getirdiği ortam köylüler için kaçınılmaz tehlikeler teşkil ediyorsa, artık önlem alınması zorunluluk arz edebilir. Çünkü seçmenler açısından sağlanması amaçlanan sandık güvenliği sadece oy kullanma gününden ibaret olarak düşünülmemelidir.
Burada emsal teşkil edebilecek bir hatırayı nakletmek isterim.
Cumhuriyet tarihinin 1940’lı ve 1950 Yıllarında yer alan siyasetçilerinden Ahmet Ağaoğlu, 1946 seçimleri öncesinde Demokrat Parti adına yürütülen seçim faaliyetleri kapsamında Ankara’nın bir köyüne gider. Köylüler bir çay ocağında toplanır. Toplantıda elinde kırbacı olan Jandarmalar da yer alır. Ankara merkezden gelen Demokrat Partili siyaset adamları köylülere şikayet ve dileklerini sorar. Fakat hiçbir köylü konuşmak istemez. Hepsinde bir korku ve çekingenlik mevcuttur. Bütün ısrarlara rağmen konuşmak istemezler. Ahmet Ağaoğlu, “yav bizler taa Ankara’dan sizlerin şikayet ve dileklerinizi dinlemek için geldik, niye konuşmuyorsunuz” diye ısrar edince, yaşlı bir köylü oturduğu yerden içinde bulunduğu derin korku psikolojisi içerisinde büyük bir sıkıntı içerisinde şunları söyler:
“Beyim beyim sen buradan gittiğin zaman, buralarda tek söz sahibi olan jandarmalarla baş başa kalacağız. Görmüyor musun yanı başında bulunan şu jandarmaları. Gözümüzün içine bakarak, elindeki kırbacı hafiften hafiften çizmesine vuruyor. Yani demek istiyor ki, şayet bunların talepleri doğrultusunda konuşursanız, size yapacağımızı biliyoruz. Şimdi bu korku ortamında bizler nasıl konuşalım”.
Benzer bir korku ortamı Doğu ve Güneydoğuda yer alan bazı kesimlerde mevcut ise, meseleyi sadece oy kullanma dönemi ile sınırlı olarak düşünmek, seçim güvenliğinin sağlıklı bir şekilde sağlanması açısından makul olamaz. Ankara’nın sözü edilen köyündeki köylüleri, yapacakları iktidar aleyhtarı konuşmalar üzerine jandarmanın insafsız işkencelerine terk etmek ile burada sözü edilen seçim bölgelerinde belli partiler haricindeki partilere oy verdikleri bilinen kişilerin terör örgütünün acımasız muamelelerine terk etmek arasında bir fark olmasa gerek. Şu bilinen bir gerçektir ki, bazı yörelerde devletin emniyet birimlerinin koruyucu önlemleri yetersiz kalabilmektedir. Bu ortamda kullanılacak bir oy onların hayatlarını tehlikeye atabiliyorsa orada seçim güvenliğinden söz edebilmek mümkün değildir.
Hatta benzetme yapmak gerekirse, bir yörede tabii afet sebebiyle de belli sandık bölgelerinde oy kullanılması mümkün değilse, ilçe ya da il seçim kurulu sandıkları daha emniyetli bölgeye kaydırabilir. Bu vesileyle tabii afet ile terör sebebiyle ortaya çıkan ve oy kullanmayı elverişsiz hale getiren durumlar arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
Burada yapılması gereken, sadece blok halde sandıkları başka bölgelere kaydırmak değil, farklı yerlerde oy kullanacakların hangi partiye oy verdiklerinin bilinmesini önleyecek şekilde şehir merkezlerindeki farklı sandıklara dağıtılması usulünün benimsenmesi gerekir.
Bu vesileyle, ilçe ve il seçim kurulları yapacaklarının yapacakları değerlendirmeler neticesinde seçim güvenliğinin sağlanmsı amacıyla bazı seçim sandıklarını daha güvenli bölgelere taşımalarında herhangi bir hukuki ve anayasal sorunun bulunmadığı kanaatindeyim.