Dün Diyarbakır Sur ve Silvan Belediyelerinin eşbaşkanları –ki kendileri ilçelerinde özyönetim ilan etmişlerdi – gözaltına alındılar.
PKK muhibi basın organlarının yarın atacakları başlıkları şimdiden görür gibiyim: “Seçilmişlere gözaltı!”
Besbelli ki PKK’yla omuz omuza çalışan, yönettikleri belediyelerin bütün imkanlarını PKK’nın talimatları doğrultusunda seferber eden belediye yönetimleri de artık güvenlik güçlerinin şehir operasyonlarının hedefine girmiş durumda.
Ki bu, terörle mücadelenin kaçınılmaz ve beklenen bir aşaması…
Gündüz insan gece kurt misali, bir yandan belediyede kadrolu çalışıp bir yandan de barikatlarda “Devrimci Kurtuluş Savaşı veren” belediye çalışanlarına, belediyenin iş makinelerini hendek kazmaya gönderen yöneticilere daha ne kadar göz yumulabilirdi ki…
Hepsi bir yana, bir devlet ülkenin bir köşesinde kendi derebeyliğini kurduğunu ilan eden yöneticiye “hayırlı olsun” diyecek değildi ya!
Ama tabii bu haklı zemin, yarın PKK dostu – AK Parti düşmanı güruhun büyük puntolarla yaygara koparmasına engel olmayacak. Olay, “Saray faşizminin vardığı son aşama” olarak hem yurtiçinde hem de yurtdışında bol bol pazarlanacak. “Eğer hükümet sorunu siyaset yoluyla çözmeye niyetli olsa, Kürtlerin oylarıyla seçtiği belediye başkanlarını gözaltına alır mı? Seçilmişleri hedef alan bir iktidarın sorunu siyaset yoluyla çözüme hazır oldığundan söz edilebilir mi?” demagojisiyle yeni bir algı operasyonuna dönüştürülecek.
Peki bu algı operasyonunu boşa çıkarma şansı var mı?
Eli Kalaşnikof’lu PKK’lıya sahip çıkmakta zorlananların şimdi “siyasetçi” etiketlilere yapılan operasyona büyük bir fırsat olarak sarılacaklarını biliyoruz ve bunu önleyemeyiz.
Burada önemli olan, bu fırsatçı gruplarla organik bağı olmayan aydın kamuoyunun ilkeli ve sağlam durabilmesidir.
Daha açık söylersek, KCK operasyonları karşısında yapılan hatanın yapılmaması, yaşanan savrulmanın yaşanmamasıdır.
O günleri hatırlayalım:
Paralel yapının varlığı ortaya çıkana kadar KCK operasyonları PKK ve dostları tarafından amansızca eleştiriliyor; iktidarı destekleyenler tarafından ise- aşırıya gittiğini düşünenler olsa da – özde doğru ve haklı bulunuyordu.
Ama Paralel Örgüt’ün deşifre olmasıyla birlikte kafalar karıştı. Paralel Yapı’nın bu operasyonları kendi gizli yapılanmasının hedefleri doğrultusunda kullandığı – yani adalet aramak diye bir derdi olmadığı için- kurunun yanında yaşı da yaktığı doğruydu ama bunun doğru olması KCK’nın illegal bir yapı olduğu, birçok suç işlediği ve bu yapı içinde olanların yargılanması gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu. Seçilmiş belediye başkanı olsalar bile…
Ne var ki, Paralel Yapı’yla mücadele o kadar ön plana geçmişti ve özellikle Çözüm Süreci’nin büyüsü gözleri öylesine kamaştırmıştı ki, barıştan yana olan herkes sanki KCK diye gizli bir yapılanma yokmuş, bütün dava bir uydurmaymış gibi davranıyor; KCK tutuklularının –ayrım yapmaksızın- bir an önce serbest bırakılmasını savunmak demokratlığın olmazsa olmazı kabul ediliyordu. Bu atmosfer içinde, birçok demokrat kalem de KCK davasını “siyasetin cezalandırıldığı bir dava” gibi görmeye ve lanse etmeye başladı.
Bilindiği gibi dava tamamen çöktü.
Oysa ortada 7500 sayfalık bir iddianame ve o iddianamede ortaya konan tehlikeli bir örgüt vardı: Kürtlerin yaşadığı dört ayrı coğrafyada örgütlenen, yasama-yürütme-yargı şeklinde kurumları olan “devlet içinde devlet” görüntüsü veren illegal bir üst-yapı… 700 delegelik bir “Yasama meclisi”, bir ana sözleşmesi (anayasası), mahkemeleri hatta yüksek mahkemeleri olan bir yapıydı bu. Bu yapı bölgede faaliyet gösteren işadamlarından “vergi” istiyor, üstelik bunu “egemenlik hakkı”nın bir gereği olarak izah ediyor; seçilmiş belediye başkanlarına ya da milletvekillerine baskı yapıyor; şehirleri kana bulayan eylemler gerçekleştiriyordu.
Bütün bunlar unutuldu ve demokrat basında KCK tutuklularına fikir suçlusu muamelesi yapma konusunda sessiz bir konsensüs sağlandı.
Bu şiddetli bir savrulmaydı. Ben kendi payıma bu savrulmayı o zaman da eleştirmiştim. Merak edenler “KCK’lılar camiden mi toplandı?” (28 Eylül 2011) ve “KCK’lıların serbest bırakılması meşru bir talep mi?” (4 Ekim 2013) yazılarıma bakabilir. Endişem, bugün de benzer bir savrulmanın yaşanması, tarafsız kamuoyunun yürütülecek algı operasyonunun etkisinde kalmasıdır. Çünkü malum, bir kişinin halk tarafından seçilmiş olmasının suç işleme ihtimalini ortadan kaldırdığını varsaymak çok yaygın bir hata…
Akşam gazetesi, 20.08.2015