Demirel’in 12 Eylül üzerine yeniden konuşmaya başlamasını nasıl yorumlamalı? Demirel sıradan bir kişi değil. Neredeyse yarım asır siyaset yapmış, başbakan, cumhurbaşkanı olmuş.
Menderes’ten miras kalan merkez sağ kitleler onun üzerinden yönetilmiş, yönlendirilmiş.
27 Mayıs darbesinin başındaki adam Cemal Gürsel’in 1964 yılında AP genel başkanlığına getirmek için büyük uğraş verdiği bir isim Demirel. Gürsel anlatıyor Cihad Baban’a: “Bak Adalet Partisi kongresini yapacak… Eğer Demirel AP’nin başına gelebilirse bütün dertleri hallederiz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum… Bir muvaffak olursam rahat edeceğim. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez, demokratlara alet olmaz… O zaman göreceksin Adalet Partisi yola girecek. Benim gözüm arkada kalmayacak.”
Yine de siyasi ömründe iki defa askerî darbeye muhatap oldu, ama 28 Şubat’ta bu defa darbeyi yapanlar arasına katılarak siyasi çizgisini kemâle erdirdi. Kendi kurduğu partisini tasfiye etmeye kalktı, askerle iş tuttu, laikçilere gülücükler dağıttı. Bu arada hükümetler devrildi, partiler kapatıldı, bankalar yağmalandı. Düzenlenen ‘tertipler’in de, oynanan senaryoların da neye ve kime hizmet ettiğini en iyi bilmesi gereken kişiydi. Memlekette bir darbe oluyordu ve fakat bu defa ‘şapkasını alıp gitmesi’ gerekmiyordu; çünkü oyun şapkanın altında sergileniyordu.
Şimdi çıkmış, ’13 Eylül’de duran kan neden 11 Eylül’de akıyordu?’ diye soruyor. Açıklaması da hazır: “Çünkü Sayın Evren’in Çankaya’ya çıkması gerekiyordu… Evren Çankaya’ya çıksın diye o kanlar akıyordu.” Bir zamanlar Demirel’in sıkça dillendirdiği bir soru bu; ‘demokrat’ göründüğü günlerde kalan. Çoktandır askere, darbelere laf söylemiyordu. Ellinci yılında 27 Mayıs darbesi üzerine iki laf etti mi? Yok… Referandum öncesi 12 Eylül darbecileri yargılansın dedi mi? Yok… Peki bu ‘çıkış’ niye?
Derin devleti en iyi bilen, derin devletin de ‘asker’ olduğunu söyleyen Demirel askerden umudunu mu kesti acaba? Demokrasinin artık ‘geri döndürülemez’ olduğunu gören, askerin sivil denetim altına girmeye başladığını fark eden, ara rejim formüllerini tartıştığı arkadaşlarının Silivri’deki ikametinin uzun süreceğini anlayan bir Demirel yeniden ‘demokrasi havarisi’ rolüne dönebilir. Kim inanır? O başka mesele…
İnandırıcılığını yitirmek bir politikacının başına gelebilecek en büyük felaket. ‘Kurt politikacı Demirel’in siyasi jübilesi çok sönük, çok yalnız geçiyor.
Ona bir önerim var. Belki yitik itibarının bir kısmını kurtarabilir beni dinlerse; ‘Tertip içinde’ olduklarını iddia ettiğin, ‘kanla beslendiğini’ söylediğin darbecileri bir dilekçeyle savcılığa şikâyet et, suç duyurusunda bulun. Siyasi müttefiklerinin ‘hayır’ oyu için kampanya yaptıkları ve onlara rağmen halkın oylarıyla gerekleşen son anayasa değişikliğiyle 12 Eylül darbecilerine yargı yolu açıldı, biliyorsundur. Eğer bu sorularına, 11 Eylül 1980’de senin bir memurun olan Kenan Evren’in cevap vermesini istiyorsan gider cumhuriyet savcısına dilekçeni verir, Evren’den hesabını sorarsın ‘akan kanların’.
Darbe sonucu iktidardan uzaklaştırılan ve sürgüne gönderilen bir siyasi lidere de bu yakışır. Sonra da düşünmeni tavsiye ederim, bir generalin; ‘şartların olgunlaşmasını bekledik’ sözünü… Önceki ve sonraki darbeler ile darbe teşebbüsleriyle birlikte… Darbelerin ‘olgunlaştırıldığını’, toplumun ‘hazırlandığını’ bilen bir kişi, üstelik ordu içindeki darbe hastalığının ne menem bir şey olduğunu da tecrübeyle görmüşse bu oyunun tek gösterimlik olmadığını da bilir; darbe günlükleri, Cumhuriyet saldırısı, Danıştay baskını gibi olayların nasıl ‘tertipler’ olduğunu anlar.
Sonuç; Demirel ‘akan kanların’ hesabını sormak için kendini deviren generaller hakkında sadece konuşmayı bırakıp savcılığa suç duyurusunda bulunmazsa, ‘derin devleti en iyi bilen adam derin devletten umudunu kesmiş, çark ediyor’ iddiasına katlanır.
Zaman, 12.10.2010