İslam coğrafyasının içler acısı durumu hepimizi düşündürmeli. Neden bütün savaşlar, sefaletler, açlık ve yoksulluklar bu coğrafyada? Neden dünyanın bütün teröristleri Müslümanlar arasından çıkıyor? İslam dini barış diniyse neden bütün savaşlar İslam coğrafyasında vuku buluyor ve terörist faaliyetler bütün dünyaya yayılmaya çalışılıyor? İslam aleminin vicdanlı ve ahlâklı entelektüellerinin bu sorulara cevap bulması gerekiyor. Sorunların kaynağını hep Batı’da ve dışarıda arama kolaycılığından sıyrılıp; bilimsel yöntemlerle bu çöküşün nedenlerini bulmanın vakti geldi de geçiyor.
Türkiye laik bir cumhuriyet olarak kurulmakla kısmen bu problemlerden uzak durabildi. Ama etrafı bir ateş çemberine dönünce bundan kendini kurtaramadı. Bazen doğru, bazen yanlış politika ve stratejilerle bu atmosferin içerisine dahil oldu. Türkiye’de demokrasinin tam inşa edilememesi, problemlerin çözümünde güçlükler oluşturdu. Fakat yıllar içerisinde tek başına cumhuriyet ve laikliğin sorunlarımızı çözmede yetersiz kaldığı anlaşıldı. Ve demokrasiye olan ihtiyaç daha da belirginleşti. Son yıllarda önemli adımlar atıldı. Ak Partinin kuruluş ve iktidara geldiği 2002 yıllarında “vesayet sistemi” hâkimdi. Yani “sivil-askerî-bürokratik bir oligarşi” devleti yönetiyordu. İktidarlar kendilerine çizilen çerçevede icraat yapabiliyordu. Ak Parti sistem karşısında “meşruiyetini” göstermek ve kabul ettirmek için toplumun “mağdur edilen” bütün kesimleriyle diyalog kurdu. Aleviler, Kürtler, Sosyalistler, Liberalleri kısmen yanına aldı. Alevi açılımı, Kürt açılımı, Romen açılımı bu arayışın sonucuydu.
2010’lara kadar önemli demokratik adımlar atıldı. Lakin devletin bütün kurum ve kuruluşları tamamen hâkimiyet altına alınınca; “devletçi, milliyetçi, Kemalist reflekslere” geri dönüldü. “Tek, tek tek…” söylemleriyle “birlik” oluşturulmaya çalışılıyor. Hain 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi ve artan PKK terör faaliyetlerinden sonra bu milliyetçi dalga daha da kabartıldı. Fakat bu dalga ne kadar sürer bilinmez. Çünkü “ötekinin” varlığını, demokratik insanî haklarını kabul etmedikçe, kendi değerlerinizde insanları eşitlemeye kalktığınızda ortak paydada buluşamazsınız. Ak Parti’nin kuruluş manifestosu altına imza atılacak içerikteydi. Ama gelinen noktada son yıllardaki uygulamalar ve toplumun bir kesimini ötekileştirici, ayrıştırıcı bir dilin varlığıyla bu manifesto rafa kalkmıştır. “Ya bendensin ya da hainsin” yaklaşımı demokratik ve insanî değildir.
FETÖ darbe girişiminden sonra, bütün muhaliflerin Fetö ile bağlantılandırılıp “içeri” alındığı kanaati yaygınlaşmaya başladı.
İnsanlar şiddeti ve terörü teşvik etmedikçe asla yargılanmamalı. Düşman ilan edilmemeli. Devletin bütün vatandaşlarına eşit ve adil davrandığı bir atmosferde vatandaşa hizmetkârlık geçerlidir. Toplumun yüzde ellisi bunu hissediyor, diğer yüzde elli hissetmiyorsa bir problem vardır. Muhaliflerinizi suçlayarak bu gerçeği örtemezsiniz. Devlet herkesin devleti olmak zorundadır. Yüzde ellide tedirginlik, korku, güvensizlik, mutsuzluk oluşmuşsa bunu ciddiye almak ve sebeplerini bilimsel ve tarafsız bir şekilde saptamak zorundasınız. Çünkü, siz o yüzde ellinin de devletisiniz. Doğu Perinçek çizgisine gelmişsek, mafya liderleri el üstünde tutuluyorsa hangi hizmetkârlıktan bahsedeceğiz?
Türkiye’nin tam demokratik bir sisteme evrilmesi elzemdir. Ehliyet ve liyakat sistemine göre bir istihdam anlayışı öncelenmelidir. Kişilerin etnik yapısı, yaşam biçimi, dinî-mezhebî inançları, dili vs. işe alımlarda ASLA KRİTER OLMAMALIDIR!
İşinde ehil mi? Konulara vakıf mı? Liyakatı var mı ve vatansever mi? Ona bakmak yeterli olmalıdır.
Yönetenlerin, FETÖ olayından sonra, daha kucaklayıcı ve bütünleştirici bir dil kullanma konusunda hassas olmaya devam etmeleri ülkemizin hayrınadır.
Olağanüstü halle beraber devreye giren kanun hükmünde kararnamelerle uzun süre ülkenin yönetilmesi ciddi riskleri taşıyabilir. Süratle çalışılıp tekrar Meclis hâkimiyetine dönülmesi doğru olur. Fetö ve PKK meselesinde çok dikkatli olunmalıdır. Bazı işgüzarların, muarızlarını veya rakiplerini FETÖ’cü, PKK’lı diye fişleyip takibata aldırdıkları duyumları artıyor. Hakkaniyet ve adalet ilkelerinden vazgeçilmemelidir. Çok ince eleyip sık dokunmalıdır. Ergenekon davalarında düşülen hatalara düşülmemelidir. Evrensel insan hakları bağlamında hareket edilmelidir.