Bu yazıyı yazmama, Voltaire’in Cahil Filozof kitabındaki savaşla ilgili şu paragraf sebep oldu.
“Bana göre, adalet kavramı bütün kâinatın onay verdiği o denli temel bir hakikattir ki, beşerî toplumları kahreden büyük suçlar bile adalet kisvesi altında işlenir. Suçların en büyüğü, en azından en yıkıcısı, dolayısıyla da doğanın amacına en zıt olanı savaştır. Oysa bu suçu adalet bahanesiyle haklı göstermeye çalışmayan tek bir saldırgan dahi yoktur”
Yukarıdaki paragrafın yazarının haklı olduğunu, ABD’nin önayak olduğu ve uluslararası toplumu, gücüyle peşine taktığı 1. ve 2. Körfez savaşlarının bahanelerinde, Afganistan operasyonunun gerekçelerinde, son yaşadığımız savaşı başlatan Rusya’nın uydurduğu mazaretlerde görmüyor muyuz?
İnsanlık tarihi, birinin diğerine diş geçirmesi, ona üstünlük sağlaması, güçlünün güçsüzü alt etmesi, diğerinin elindekini alıp kendisinin kullanması için sürekli güç mücadelesiyle geçmiştir. Aslında bu tespit belki bütün hayvan türleri için geçerlidir. Güçlü olanın hayatta kalacağına, güçsüzlük belirtisi gösterirse yok olacağına olan içgüdüsel inanç, diğerleri üzerinde, ondan erken davranarak duruma/çevreye hakim olma, dolayısıyla hayatta kalma gayretiyle hareket etmesine yol açıyor. Bu mücadelenin iki tek insan arasındakine “kavga”, kavganın toplumsal büyüklükte olanına ise “savaş” deniyor.
İnsanlık tarihi aynı zamanda savaşlar tarihidir. Ama aynı insanlık, geliştikçe de, savaşları gitgide biraz daha insancıl hale getirmeye yönelik kurallar koymaya çalışmıştır. Yani insanlığı mahveden vahşeti bile kurallara bağlamaya çalışmıştır. Uluslararası toplum, savaşı kabul etmiş, savaşta kabul edilemez olayların vuku bulmaması için “savaş suçu” denen bazı hususlar belirlemiştir. Bu hususları ihlali cezalandırmak için de yasalar çıkarmıştır. Beklenmiştir ki, savaşan devletler konulan bu kurallara uysunlar, vahşet biraz daha katlanılabilir, kabul edilebilir seviyede kalsın. Ama uluslararası toplumun koyduğu bu kuralları tatbik edecek, uyulup uyulmadığını kontrol edecek kesin bir otorite, bir üst güç olmadığı için, çözüm yine savaşı yapan aynı aktörlerden beklenmektedir.
Yine insanlık tarihinde, savaşların bugüne kadarki en az olduğu dönemi yaşadığımızı da biliyoruz. Gitgide de bu vahşet azalmaktadır. Belki insanlık bir gün artık hiç savaşmayacağı bir zaman dilimine erişecektir. “Savaş suçu” kavramının kullanılması ve uygulamasının, o zaman dilimi gelmeden önceki son devir olmasını arzu ederiz.
Ben, geçenlerde, sosyal medyada, “savaş suçu da ne oluyor ki, savaşın zaten kendisi suç değil mi?” şeklinde bir paylaşım yaptım. Altına, “savaşla savaş suçunu karıştırmamak gerektiği, savaşın vicdanen suç olduğu halde yasal olarak suç olmadığı, savaşın bir takım kurallarının olduğu” yönünde yorumlar yapıldı.
Evet, bunları ben de biliyorum tabiî ki. Ama benim söylemek istediğim başka bir şey. Şöyle örnek vereyim; boks bir spor olarak kabul ediliyor ama bu onun bir kavga olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sonuçta rakibinin vücuduna kuvvetli darbeler indirerek onu nakavt etmek üzere yapılan sportif bir kavga. Onu spor yapan, kurallarının olması, iki tarafın da ringe gönüllü çıkması ve kuralları baştan kabul ederek mücadelesini yapmasıdır. Kural dışı darbe indiren maçtan diskalifiye edilip bir daha ringe çıkmama cezası alabiliyor. Kavga, kurallı dövüşünce ‘boks’, kuralsız olunca ‘sokak kavgası’ adını alıyor. Ama ne olursa olsun, bu kurallar bile onun bir kavga olduğu gerçeğini (tabiî bana göre) değiştirmiyor.
Savaşta ise, sahada dövüşen insanlar, bokstaki gibi, savaş yapma kararını özgür iradeleriyle vermediği gibi, savaşan iki devletten, çoğunlukla en azından biri, diğeri kadar savaş yapmaya istekli olmuyor. Her zaman veya çoğu zaman savaşı, kendi gücüne güvenen, gücüyle bu savaşı kazanacağına emin olan taraf, diğer taraf hiç istemese bile başlatıyor. Bu bile başlı başına bir suç değil mi? Bu büyük suçu bazı kurallara uygun şekilde işlemek, nasıl olur da onu suç olmaktan çıkarır? Savaşı suç olarak görmeyip, sadece içinde yapılan belirlenmiş kuralsız saldırıları “savaş suçu” olarak görmek, en baştan savaşın normal, yasal, belki gerekli, haklı olduğunu kabul etmek anlamına gelmiyor mu?
Uçaklarla havadan bombalayarak, top, füze atarak, şehirleri, köyleri, köprüleri, yolları, sanayi tesislerini, tarlaları imha etmek suç kapsamında değerlendirilmiyor. Bu saldırı esnasında ölen bebekler, yaşlılar, hastalar, hayvanlar, bitkiler kurallar çerçevesinde öldürülmüş oluyor ve bu yasal olarak kabul ediliyor. Sadece tadad edilmiş, kullanılması yasak silahlar kullanıldığında, şiddetin dozu aşırıya gittiğinde, toplu katliamlar yapıldığında “suç” işlenmiş kabul ediliyor.
Tabiî, savaş suçu işleyenlerin nasıl, kim tarafından, ne zaman ve hangi şartlarda cezalandırılacağı, gerçekten cezalandırılabilip cezalandırılamayacağı kısmı da ayrı bir tartışma konusu. Örneğin, ABD’nin ve ABD askerlerinin Irak’ta, Afganistan’da işlediği suçlar cezalandırılabildi mi? Uluslararası Ceza Mahkemesi, ABD’li bir asker hakkında soruşturma açmaya kalktı diye Trump tarafından savcı tehdit edilmedi mi? Bakalım bu son savaşın ardından Rusya’dan herhangi bir yetkili Miloseviç gibi cezalandırılabilecek mi?