BASIN ve ifade hürriyeti tartışmaları yaşanırken, hata yapmamak için savaş şartlarının etkileri bakımından geçmiş örneklere bakmakta fayda var.
İkinci Cihan Harbi’nde İstanbul’da sıkıyönetim vardır. Sıkıyönetim Komutanı Ali Rıza Artunkal Paşa ve Vali Lütfi Kırdar gazetecileri düzenli olarak Gazeteciler Cemiyeti’nin lokâlinde toplayarak kara kaplı bir defterden, gazetelerin sevap ve günahlarını okurlar.
Ali Rıza Artunkal Paşa’nın Ziyad Ebuzziya’ya neler dediğini, Ebuzziya’nın hatıralarından dinleyelim:
‘Ziyad Bey, nedir o yaptığınız’, dedi.
‘Ne oldu paşam, ne yapmışız.’
‘Neydi o koyduğunuz resim?’
‘Gazetede bir sürü resim var, hangi resim paşam?’
‘O trende ezilen adamın resmi.’
‘Bir adam Florya’da trenden düşmüş ezilmiş. Zaten haber yazmak yasak, bilmem ne yasak. Bizimkiler de o resmi çekmiş, gazeteye koymuşlar.’
‘Be adam, o adamın ezilmiş resmini basıp, adamın akrabalarını müteessir etmeye ne hakkınız var?’dedi. ‘Sonra adam niye düşer, sarhoş olur düşer. Bir Türk’ün sarhoş olduğunu teşhir etmek doğru olur mu?’ dedi. ‘Hadi bunu geçtim. Hıyanet-i vataniyede bulunduğunuzun farkında mısınız?
Bir insan sarhoş değilse trenden niye düşer. Ya iki vagon arasında durmuştur, yasaktır. Onun için düşer. Veyahut tren durmadan atlamaya kalkar. Onun için düşer, o da yasaktır. Bu ne demektir.
Trendeki kondöktörlerin vazifesini yapmadığının işaretidir. Bu tren nereye gidiyor. Sirkeci’den Edirne’ye gidiyor. Edirne’de kim var, Almanlar var. Yarın Almanlar bize saldırırsa, biz bu trenle ikmal yapacağız, kurşun, mermi,.. vs. taşıyacağız. Siz Almanlara biz trenleri işletmesini bilmiyoruz, hücum edin, biz karşı duramayız diyorsunuz’ dedi. ‘Vallahi billahi bu mesajı veriyorsunuz…’
‘Ama bunu siz kasten yapmadığınız için bu seferlik affediyoruz.’
İnsan Hakları Cemiyeti’ni hatırlayalım
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. Bu hafta insan hakları haftası faaliyetleriyle geçiyor. Türkiye değişiyor ve bu değişim demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları bakımından ümit verici bir istikamette seyrediyor. Bu hafta, 17 Ekim 1946 tarihinde kurulan İnsan Hakları Cemiyetini ele alarak, insan hakları mücadelesi tarihinde önemli bir yere sahip bu teşebbüsten bahsedelim
İKINCI Dünya Savaşını faşist cephenin kaybetmesiyle bütün dünyada Birleşmiş Milletlerin temsil ettiği barış ve insan hakları düşüncesi yükselişe geçmiştir. Bu yükselişin etkisi ve Sovyet Rusya’nın Türkiye’den taleplerinin yarattığı korkunun, Türkiye’yi demokratik Batı ülkelerine yaklaştırmasının sonucunda Türkiye’deki tek parti idaresinde yumuşama başlamıştır.
Bu durumu değerlendiren farklı görüşlere sahip bir grup aydın ve siyaset adamı biraraya gelerek İstanbul’da 17 Ekim 1946’da İnsan Hakları Cemiyetini kurmuşlardır.
Cemiyetin Kurucuları
Cemiyetin kurucuları arasında, farklı düşüncelerden şeçkin isimler yer almaktadır:
Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk’ün uzun süre Dışişleri Bakanlığı’nı yapan Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı’nda uzun süre genel sekreterliğini yapan Hasan Rıza Soyak, Eski Adliye müsteşarı ve Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı Kenan Öner, Eski Maliye Bakanı Reşit Bey, Emekli General Sadık Aldoğan, Eski İçişleri Bakanı Cami Baykut ve gazeteci Zekeriya Sertel…
Cemiyeti kuranların başına gelenlere ve CHP’nin aleyhlerinde açtığı kampanyaya geçmeden önce, Cemiyetin amaçlarına ve faaliyet alanına kısaca bakalım…
Roosevelt’in “Dört Hürriyet” ismi altında toplayıp, Birleşmiş Milletler Anayasasıyla tevsik, temin ve Türk Cumhuriyeti Anayasasıyla teyit edilmiş olan temel insan ve vatandaş hak ve hürriyetini koruma, bu prensipleri yayma, kanunlarımızda ve içtimai hayatımızda dört hürriyet ruhunun hakim olmasını temin etme gayesiyle İstanbul’da 17 Ekim 1946 tarihinde İnsan Hakları Cemiyeti adıyla bir dernek kurulmuştur.
Dört Hürriyeti İstiyor
Cemiyetin maksat ve gayesi olarak ortaya konulan dört hürriyet şöyledir:
a-Söz ve fikir hürriyeti,
b-Vicdan hürriyeti,
c-Korkudan kurtulma (azatlık) hürriyeti,
d-Yoksulluktan kurtulma hürriyeti.
Bu gaye ve maksatlara inanmış olan erkek ve kadın bütün vatandaşlar, diktatörlüğe, faşizme hizmet etmemiş olmak şartıyla, cemiyete üye olabilirler.
İnsan Hakları Cemiyeti siyasi bir teşekkül değildir. Yani hükümeti ele almak maksadıyla kendi namına seçim mücadelesine giremez.
Cemiyetin Faaliyet Tarzı İnsan Hakları Cemiyeti, maksadına varmak için iki türlü faaliyette bulunur:
a- Memlekette dört hürriyet fikrinin yayılması ve benimsenmesini temin için her türlü neşriyat yapar, konferanslar tertip eder, propagandaya ehemmiyet verir ve kanunlarımızı dört hürriyet fikrine uygun bir hale sokmak için teşebbüslerde bulunur.
b-İnsan Hakları Cemiyeti, amme kudretinin (kamu gücünün) fertler ve halk zararına kullanıldığını, haksızlık veyahut kanunsuzluk edildiğini haber aldığı zaman harekete geçer.
Bu gibi hallerde Anayasanın Türk vatandaşlarına verdiği hakkı kullanır. Yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine şikayetçi olarak müracaat eder. Aynı zamanda gerek kendi neşir (yayın) vasıtaları ve gerek matbuat vasıtasıyla meseleyi amme (kamu) vicdanına arz eder.
Hürriyetler Nasıl Korunur?
Hakkı tecavüze uğrayan veya hürriyeti elinden alınan vatandaş, Cemiyet üyelerinden biri ise Cemiyet ve bütün diğer üyeler otomatik surette kendisine destek olurlar. Bu gibi hallerde İdare Meclisi kendiliğinden ve derhal harekete geçer.
Cemiyete mensup olmayan vatandaşlardan birinin aynı yolda haksızlığa ve kanunsuzluğa uğradığı doğrudan doğruya veya bir vasıta ile Cemiyete haber verildiği takdirde, İdare Meclisi tatbikata girişir. Haber verilen kanunsuzluk ve keyfi muamele gerçekse hakları zayi olan vatandaşın şikayetini yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine götürür ve yukarıda tarif olunduğu şekilde müdafaa eder.
Cemiyet din ve ırk ayrılık ve düşmanlıklarına muhaliftir. Ve bu ayrılıklarla mücadele etmeği vazifelerinden sayar.
CHP’nin Cemiyete Baskıları
Farklı görüşlerden siyasetçi ve aydınların İnsan Hakları Cemiyeti’nde bir araya gelmesi, kamuoyunda geniş yankı bulurken, iktidar partisi CHP’de tedirginlik yaratır. CHP hem muhalefetin birleşmesinden hem de bütün dünyada yükselen insan hakları değerlerinin muhalefetin eline geçmesinden rahatsız olur. CHP’nin bu rahatsızlığı, sadece bir rahatsızlık olarak kalmaz ve 28 Şubat’ta örneğini gördüğümüz bir kampanyaya dönüşür.
Cemiyet üyelerine bu arada anti-komünist kimliğiyle bilinen Mareşal Fevzi Çakmak’ın komünist olduğu yönünde CHP’nin gazetesi Ulus ve diğer gazetelerdeki yayınlar yeterli görülmeyerek, İçişleri Bakanı Tayfun Sökmen bu yönde bir açıklama yapması sağlanır.
Cemiyet üyelerinin ayrıca bir parti kuracağı iddia edilerek, Cemiyetin itibarı lekelenmek istenir. Bu arada Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın meşhur “Bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz” sözündeki gibi CHP’lilere bir İnsan Hakları Derneği kurdurulur.
Derneğin başına da, “Hürriyetin üzerine bir şal örterek, otorite tesis etmeliyiz” mealindeki sözleriyle bilinen ‘şalcı’ Nihat Erim getirilir. İnsan Hakları Cemiyeti, devlet destekli bu kampanyaya uzun süre direnemez ve Cemiyet dağılır. CHP hesabına bir başarı olarak yazılabilecek bu gelişme, Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur. Şayet bu teşebbüs başarılı olmuş olsaydı, insan haklarının tatbikatı bakımından bu kadar zaman kaybetmez ve insan hakları kavramı etrafında çok daha önce bir mutabakat tesis edilebilirdi.
Yeni Yüzyıl, 06.12.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/savas-sartlarinda-basin-ve-ifade-hurriyeti-349