İnsanlığa hükmetme arzusu, hemen her zaman insanlığı kurtarma arzusu kılığına bürünür.
H.L. Mencken
Dünya 2019 yılının sonlarında Komünist Çin’in Wuhan kentinde başlayan yeni bir virüs ile tanıştı. Kısa süre içerisinde hızla yayılması, çabuk ve acılı bir şekilde öldürebiliyor olması nedeniyle, bütün insanlığı ve özellikle otoriteleri, ani ve sıkı tedbirler almaya itti. Bu durumu fırsat gören bazı siyasi kimlikler, artık alışık olduğumuz popülist söylemleri tekrar pişirip önümüze sunmaya başladı.
COVID-19 (Çin Virüsü) ile çok farklı ve daha önce tecrübe etmediğimiz bir süreçten geçmekteyiz. Ancak insanlığın daha önce büyük salgınlar yaşamış ve atlatmış olmasını da hatırlatmakta fayda var. İnsanlık tarihinin başından beri, salgınlar ve hastalıklar binlerce hatta milyonlarca can aldı. Şu halde, edindiğimiz küresel düzeydeki salgın tecrübesinin, insanlık tarihinde bir ilk olmadığı açıkça ortada. Yani bu durum ne “yeni” ne de sol çevrelerin iddia ettiği gibi “bir şeylerin sonu”. Virüsün kendisi ve tecrübe edenler yeni ama büyük salgınlar hep yaşandı ve yaşanmaya da devam edecek.
İçinde bulunduğumuz durumun insanlık tarihi açısından yeni olmadığını daha iyi idrak etmek için, geçmişte yaşanmış büyük çaplı salgınlara birkaç örnek verelim: 25 ilâ 50 milyon civarı insanın can verdiği M.S. 541-542 yılları arasında yaşanan Justinianus Veba Salgını; 100 milyona yakın can alan 1347 yılında başlayan ve 10 sene süren Kara Ölüm (Veba); Meksika’da 1576 yılında görülen 20 milyona yakın insanın öldüğü 1576 Salgını ve dünya çapında 75-140 milyon can alan 1918 İspanyol Gribi. Görüldüğü üzere, büyük çapta can alan salgınlar, tarihin her döneminde vardı. Bu saydığımız salgınlar gibi kayıt altına alınmış veya tarih sahnesinde unutulup gitmiş yüzlerce salgın yaşandı.
Her ne kadar salgınlar, insanlık tarihi boyunca var olmuş olsa da oluşturdukları tehlike göz ardı edilemez. Çin Virüsü’nün de insan hayatı için en azından şimdilik büyük bir tehdit olduğunu kabul etmek gerek. Fakat burada değinmek istediğimiz, küresel salgın üzerinden siyasi menfaatlerini “çare” olarak öne sürenler, buradan bir çıkar elde etmeye çabalayanlardır. Bu çaba içine girenler, kulağa hoş gelen süslü sözler ile insanların karşısına çıkmakta, “kartların yeniden dağıtıldığını” ve “sistemin çöktüğünü” tamamen kurmaca ve hiçbir veriye dayanmayan analizlerle ortaya atmaktadırlar. Bunu yaparken de sözde insanca yaklaşımlar ve adaletli çözümler sunduklarını iddia etmektedirler. Özellikle sosyalist ve sosyal demokrat çevreler tarafından “serbest piyasa miadını doldurdu”, “liberalizm tarihin derinliklerine gömüldü” gibi gerçeklikten uzak söylemler üretilmektedir. Bu söylemlerin bir temenniden öteye gidemeyeceği açıktır. Büyük salgınların ve felaketlerin bazı şeyleri değiştirdiği inkar edilemez, ancak sosyalist ve sosyal demokrat popülistlerin küresel sistemin baştan aşağı radikal bir biçimde değişeceği iddiası gerçekçilikten çok uzaktır. Özellikle yakın tarih bize göstermektedir ki, yaşanan büyük çaplı salgınlar sonrası dünya hiçbir vakit “tam manasıyla” sosyalist-komünist bir dönüşüm geçirmemiştir.
Bununla birlikte, yine sol çevrelerin her gün eleştirdikleri, kendi ifadeleri ile “sömürüye ve emek hırsızlığına dayanan” kapitalizm ile alâkalı da şunları söyleyeceğim. Öncelikle sol cenahın görmediği ya da bilerek görmezden geldiği husus, global kapitalist sistem dedikleri günümüz sisteminin pür bir serbest piyasa ekonomisinden çok uzak olduğudur. Bugün içinde bulunduğumuz dünyada, pür bir ekonomik modelden söz etmek hatalı bir yaklaşım olacaktır. Özellikle sosyal yardımların ve dolayısıyla vergilerin çok fazla olduğu Türkiye gibi ülkelerde, sosyal demokratların yapacağı kapitalizm eleştirisi tutarsız ve hatalı olacaktır. Toplanan fazla vergi, uygulanan regülasyonlar ve yapılan teşvikler, uzun vadede ekonomiye ve dolayısıyla topluma yarardan çok zarar getirebilmektedir. Yükselen enflasyon ve günün sonunda oluşan geçim derdi ve hayat pahalılığının bütün sorumluluğunu kapitalizme yıkmak, devletlerin ekonomiye müdahaleleri düşünüldüğünde, tutarsız ve eksiktir. “Dünyaya soldan bakan” kişilerin önemli bir kısmı, büyük bir iştahla ve hatta ağızlarından salyalar akarcasına işlerin daha da kötüye gitmesini diliyor. Geceleri rüyalarını süsleyen, arzu ettikleri ve hayalini kurdukları o büyük adil sistemin(!) sonunda geleceğini umuyor. Bunun için de yıllardan beri süregelen, lakin her denendiği vakit başarısızlığa uğramış meşhur, bilindik politikalarını defaatle dile getiriyorlar. “Parasız eğitim, parasız sağlık, ücretsiz gıda…” Günümüzde belki de unutulan fakat göz ardı edilmemesi gereken şey, sosyalist-sosyal demokrat politikaların daha önce defalarca denenmiş olduğudur. Ayn Rand şöyle der:” Kapitalizm yeryüzünde şimdiye kadar bilinen en yüksek hayat standartlarını ortaya çıkarttı. Bunun kanıtları inkar edilemez niteliktedir. Doğu ve Batı Berlin arasındaki kontrast bunun en yakın örneği. Herkesin görebileceği bir laboratuvar deneyi gibi ortadadır. Öte yandan fakirliği yok etme arzusunu en yüksek sesle dile getirenler kapitalizmi yerin dibine batırma yarışının da en önde gidenleri.”
İçinde bulunduğumuz tarihte bir Demir Perde’nin olmayışı, birçok insanın karşılaştırma yapamamasına veya yapmaya ihtiyaç duymamasına sebep oluyor. Oysa eskiden birçok kimse, iki blok arasındaki özgürlük farkını, yaşam ve çalışma şartlarını gözlemleme şansına, yine birçoğu da Doğu Bloku’nu yaşayarak tecrübe etme talihsizliğine sahipti. İnsanlar hangi sistemin fakirlik ve açlık, hangisinin zenginlik ve refah getirdiğini daha kolay görebiliyordu. Ancak günümüzde sol hareketler, kendi tarihlerini görmezden gelmeyi, sistemlerinin çarpıklığını başka olgulara yıkmayı gayet iyi beceriyor ve popülist söylemlerle insanların gözünü boyamaya çalışıyor. Sol hareketlerin önemli bir kısmı, geçmişteki ekonomik başarısızlıklarını unutturmak, var olan totaliter imajlarını gizlemek için iklim sorunu ve salgın hastalıklar gibi global olayların arkasına saklanarak söylem üretiyor. Sosyalist ve sosyal demokrat popülistler insanlığın son zamanlarda yaşadığı felaketleri, iktidar olabilmek ve toplum mühendisliğine soyunmak için bir fırsat olarak görüyor. Buna karşın sadece insanlık tarihini ve var olan verileri inceleyerek, özel mülkiyetin tahrip edildiği, komuta ekonomisi ile yönetilen sosyalist ülkelerin, birçok salgından daha çok can aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu sebeple sosyalizm gibi totaliter ve sosyal demokrasi gibi totaliterleşme tehlikesi olan, özel mülkiyetin talan edilmesine dayanan ideolojilerin, dünyanın başına gelmiş en büyük felaketlerden biri olduğunu, hatta can alma konusunda salgınları bile geride bırakabileceğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Popülist siyasilerin ve onların süslü vaatlerinin etkisinde kalmadan, olayları bütün yönleriyle incelemek ve rasyonel bakabilmek, artık geçmişte olduğundan daha önemli bir hal almıştır. Gerçeklerden uzak, tarihsel tecrübeyi görmezden gelen ütopik politikalar ve söylemler, uzun vadede bireyin özgürlükleri için tehlike doğurabilir. Özellikle sosyalizmin unutulmuş barbarlığının, halklara yaşattığı kıtlığın ve acıların, hafızalarda taze tutulmasında ve sol popülist siyasilerin renkli ve bir o kadar da sinsi söylemlerine karşı temkinli yaklaşılmasında fayda görüyorum.