Küçüktüm; fakat şu sahneyi yine de hatırlıyorum: Saçı sakalı birbirine karışmış, berduş kılıklı bir adam (Müşfik Kenter), gecenin bir vakti kendini denize atmak üzere olan bir kadına (Zuhal Olcay) yaklaşıp “Ateşin var mı ateşin?…” diye soruyor.
Adam, cebinden çıkardığı çakmakla sigarasını yakan kadına “Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta? Hadi koş hayata…” diye sesleniyor. “Gelmiyorum Karacaahmet, boşuna bekleme beni!..” diye bağırarak gözden kayboluyor sonra da.
Firuzan’ın aynı isimdeki romanından beyazcama uyarlandığını sonradan öğrendiğim Gecenin Öteki Yüzü adlı diziden, her bölümünün başında tekrar oynatılan bu sahne dışında çok az şey aklımda kalmış. Bunlardan biri de, oyunculuğunu İngiltere’de sürdüren Haluk Bilginer’in sırf bu dizide oynamak için muvakkaten Türkiye’ye döndüğü halde, sette tanıştığı Zuhal Olcay’la evlenip Türkiye’ye yerleşme kararı aldığı.
Haluk Bilginer’i ilk bu dizide görmüştüm. Fakat onu takip etmeye, benden başka izleyenine rastlamadığım Gülşen Abi isimli saçma-komediyle başladım. Gülşen Abi’nin internete yüklü bölümlerine bakarsanız, Bilginer’in sadece oyunculuğunu değil ses rengini bile değiştirerek zaman içinde kendini adeta yeniden inşa ettiğini görürsünüz. Öyle ki, Bilginer’in oyunculuğu Şahsiyet dizisindeki rolüyle 2019 yılında kazandığı EMMY ödülüyle uluslararası alanda da tescillendi ve bu prestijli ödülü kazanan ilk Türk oyuncu olarak tarihe geçti (Başarının tek kriteri olarak görmesem de, bu tür prestijli ödülleri önemli buluyorum).
Geçtiğimiz gün önüme düşen bir haber, Bilginer’in bu yıl EMMY’ye yine aday gösterildiğini yazıyordu. Hem de aynı dizi ve karakterle. Haberin devamını okuduğumda, Şahsiyet dizisinin ikinci sezonunun çekildiğini öğrendim. Birazdan yazacaklarım, dizinin ilk sezonuyla ilgili.
Şahsiyet, bunama nedeniyle hafızasını kaybetmeye başlayan eski bir adliye memuru olan Âgâh Beyoğlu’nun gündelik hayatının tasviriyle başlıyor. Karısını kaybetmiş, kızı evli ve çoktandır yurt dışında. Âgâh Bey, tek başına hayat mücadelesi veriyor. Neyse ki maddî sıkıntısı yok. Hatta epeyce birikimli. Bu sayede rahat bir hayat sürüyor. Her geçen gün ilerleyen unutkanlığı da olmasa, fazla bir şikâyeti yok aslında. Bazen arabasına benzin almayı unutup yolda kalıyor, bazen de benzin aldığını unutuyor. Mama vermeyi unuttuğu için kedisi açlıktan ölünce gittiği doktor “gün gelip hiçbir şey hatırlamayacaksınız” deyince, beyninde bir ışık yanıyor: Madem hiçbir şey hatırlamayacağım, vicdan azabı da çekmem!
O saatten sonra bambaşka bir adam oluyor Âgâh Bey. Soğukkanlı bir seri katile dönüşüyor. Bu cinayetleri araştıran dedektif, maktullerin hepsinin aynı kasabadan (Kambura) olduğunu yahut yollarının bir şekilde Kambura’ya düştüğünü fark ediyor. Esasen dedektif de Kamburalı. Bu sayede katil ve polis şefi arasında özel bir iletişim gelişiyor. Katil, işlediği her cinayette polis şefi Nevra’ya bir mesaj bırakıyor, Nevra da sık sık Kambura’ya giderek bu mesajın anlamını çözmeye çalışıyor.
Her bölümde tek tek verilen parçaların birleşmesi sonucu, Nevra’nın ilkokuldan arkadaşı Reyhan’ın oniki yaşından itibaren iki yıl boyunca tecavüze uğradığı ortaya çıkıyor. Üstelik tek kişinin işlediği bir suç değil bu. Kasabanın neredeyse bütün erkekleri bu işin içinde. Bu yüzden herkes susuyor. Reyhan, başına gelenleri tek tek anlattığı bir defter bırakarak intihar etmiş. Bu defter, adlî mercilere intikal etse de, hasıraltı edilmiş. Hâkimi, polisi, öğretmeni… kısaca herkes (tam elliüç kişi) bu pisliğin içinde çünkü. Hepsi, iki yıl boyunca tecavüz etmişler Reyhan’a.
Adliye memuru Âgâh Bey (seri katilimiz yani), muhtemelen kendi çıkardığı bir yangın ile Kambura adliyesinin arşivini yok ederken Reyhan’ın dosyasını “intikamı ileride alınmak üzere” bir kenara ayırmış. Bu intikam sırasında kullanacağı silah ve mermileri de (her cinayet için ayrı bir silah kullanmak gibi bir prensibi var katilimizin) adliyenin deposundan araklayıp saklamış. Çıkan yangında ‘zayiat’ yazıldığından kimse peşine düşmemiş bunların. Yıllar önce çıkan bir yangında ortadan kaybolan silahlarla öldürdüklerinin her birini, Reyhan’ın vaktiyle tuttuğu defterde bahsi geçen isimler arasından seçerek adaleti tecelli ettirmeye çalışan bir katil var karşımızda!..
Narin cinayeti bana bu diziyi hatırlattı. Bu cinayette de bir köy, toplu halde susuyor. Tıpkı Kambura gibi, Kamburalılar gibi…
Cinayette olmasa bile yardım ve yataklıkta, delillerin karartılmasında birden fazla kişinin dahli olduğu belli. Fakat hiç mi temiz, vicdanlı biri yok aralarında? Kamburadakiler gibi, hepsi mi bir köşesinden karıştı bu suça?
Şahsen, kolluk güçlerinin vakayı büyük ölçüde çözdüğünü tahmin ediyorum. Ne var ki vakayı çözmekle delillendirmek farklı şeyler. Muhtemelen bu noktada sıkıntı yaşanıyor.
Bu tıkanıklık iki şekilde aşılacak. Ya Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov gibi vicdanına yenik düşen biri çıkacak ve ‘Elinizde beni hapse atmaya yeterli delil olmadığını biliyorum. Fakat suçlu benim’ diye itiraf edecek yahut “mahkûmların açmazı”nı izleyeceğiz.
Mahkûmların açmazı teorisine göre, organize biçimde işlenen bir suça bulaşan herkes susarsa, kimse ceza almaz veya küçük bir cezayla dosya kapanır. Suça bulaşanlardan biri veya birkaçı indirimli ceza alma vaadiyle itirafa ikna edilirse düğüm çözülür: Ben itiraf etmesem bile suç ortağım itiraf edecek ve daha az ceza alacak. Öyleyse önce ben itiraf etmeliyim!…
Bakalım, bu düğüm çözülecek mi yahut nasıl, ne zaman çözülecek?