Her demokrat ve dürüst insan Türkiye’nin 15 Temmuz’da korkunç bir saldırı ile karşılaştığını teslim edecektir. Bu saldırı görünürde sadece seçilmiş iktidarı hedef almakla birlikte aslında tüm halka yöneltilmişti. Saldırıyla demokrasinin temel kuralları çiğnenmiş ve toplum patolojik ve elitist bir çetenin mutlak tahakkümü altına alınmak istenmişti.
Bu saldırının çok boyutlu olduğu açıktı. İlerleyen zamanlarda ortaya çıkacak bilgiler ve ilişkiler, muhtemelen, bunu daha iyi gösterecektir. Failin başını çekenlerin yerleştikleri yerler, gördükleri himaye ve hamilerin 15 Temmuz’a karşı tepkisizliği veya kayıtsızlığı çok boyutluluğu göstermeye yeterli.
Böylesine alçakça bir teşebbüsün failleriyle her alanda mücadele edilmesi gerektiği belli. Bu demokrasiyi, medenî hayatın usul kurallarını, toplumsal barışı, insan haklarını, ahlâk ve adaleti korumak için de şart. Kimse 15 Temmuz’un failiyle mücadele edilmesini gereksiz göremez, hafife alamaz.
15 Temmuz’un failleriyle ve işbirlikçileriyle mücadele kısa sürede sonuçlandırılamayacak, uzun süreli ve çok yönlü bir mücadele. Bu çerçevede, fail örgütün elemanlarını teşhis etmek, örgüt bağlarını ve faaliyetlerini açığa çıkarmak ve şüphelileri yargıya havale etmek gerekiyor. Devlet bunu yapmaya çalışıyor.
Ancak, bu zorlu mücadelede kasıtlı veya kasıtsız hatalar da vuku buluyor. Bu hataların azaltılmasına çalışılmaz ve tespit edilen hataların telafisi yoluna gidilmezse haklı mücadele zarar görebilir. Ahlâkî üstünlüğü ve demokratik meşruiyeti zayıflayabilir.
Son zamanlarda gündeme olan sağlık hizmetleri personeliyle alâkalı kanun teklifi bu hâliyle FETÖ ile mücadeleye zarar vermeye çok elverişli. Teklifte 15 Temmuz’un faili çeteyle bağları olduğu gerekçesiyle KHK ile kamuda işten atılan sağlık personelinin değil devlet hastanelerinde, devletin kontrolündeki SGK’yle sözleşmesi olan hastanelerde dahi çalışmasının önü kesilmek isteniyor. Hastanelerin yaklaşık %95’i SGK ile sözleşme yapmış olduğu için bunun fiilî sonucu KHK ile atılan hiçbir doktorun çalışamaması olur.
FETÖ ile mücadele sürecinde çok sayıda kamu görevlisi hakkında işlem yapıldı. Hâlen de yapılıyor. Ancak, hakkında soruşturma bile açılmamış, açıldıysa takipsizlikle sonuçlanmış veya yargılandıysa bile beraat etmiş kimselerin suçlu muamelesine tabi tutulması yanlış. Çalışma, mesleklerini icra etme haklarının ellerinden alınması daha da yanlış. Bu haksız ve adâletsiz tutum insan haklarına aykırı. O kadar ki, bazı durumlarda, bu aykırılık o kimselerin hayat hakkına saldırıya dönüşebilecek kadar vahim bir hâl alabilir
Şüphe yok ki FETÖ sadece meşru iktidarı hedef alarak demokrasiye darbe indirmedi. Aynı zamanda büyük toplumsal tahribat yarattı. Toplumu derinden sarstı. Bu yüzden, maalesef, FETÖ irtibatlı kimselerin, özellikle örgüt üyelerinin –doktor olanlar dâhil- mesleklerini hakkıyla elde edip etmediklerinden şüphe etmek zorundayız. Organize şekilde soru çalan, mensuplarını yerleştirmek ve yükseltmek için sınavları “ayarlayan” bir mekanizmanın parçası olanlara ne kadar inanabiliriz, güvenebiliriz? Buna rağmen, bu genel şüpheye dayanarak, tekil bireylerin meslek icra haklarını tanımazlık edemeyiz. Hakkında şüphe duyulanlar ve usulsüzlük yaptığına dair delil bulunanalar varsa onların üzerine hukuk yoluyla gitmekten başka çaremiz yok. Ancak, her şey hukukun konusu olmaz. Toplum uzun vadede bu sorunu çeşitli yollarla çözmeye çalışacaktır. Kısa vadede olması gereken şey ise hüküm giymemiş -hatta hüküm giymiş olsa bile cezasını çekmiş- insanların meslek icra etme haklarını ellerinden almamaktır.
Meclis’te görüşülmekte olan kanun teklifinde bu hususlara dikkat edilmelidir. Bir kişinin mesleğini icra etmesine izin vermemek sadece o kimseyi değil onunla birlikte çoluk çocuğunu da bir anlamda açlığa mahkûm etmek demektir. Bu hem haksız hem de Türkiye’nin FETÖ’ye karşı yürüttüğü meşru mücadelenin etkinliğini ve meşruiyetini ciddî biçimde erozyona uğratabilecek bir tutumdur. Lütfen dikkat!
Yeniyüzyıl, 13 Kasım 2018