Aşağıdaki paragrafları Gündüz Vassaf adlı bir köşe yazarından (Radikal, 8 Aralık 2013) aktarıyorum:
‘Kapitalizmin olmazsa olmazı rekabet anlayışıyla beslenen çağdaş toplumsal bilincimiz (en büyük, en hızlı, en zengin, en güçlü, en çalışkan vs.) birilerini yüceltirken çoğunluğun ezilmesine dayalı değil mi?
İnsanların işbirliğiyle, ortakça paylaşılan hedeflere teşviki yerine, kıran kırana rekabet yoluyla sonuca hızlı varılmasının istenmesi, bu yolda başkalarının yaptıklarının sabote edilmesi, haksız rekabet yaratılması, hukukun insandan çok sermayeyi koruması ahlâkınız için ne kadar sağlıklı?’
Yazara maşallah. Spor üzerine bir köşe yazısında kapitalizme çatmanın, kapitalizmi kendince infaz etmenin bir yolunu, ustaca diyemeyeceğim, komikçe, bulmuş. Gel gör ki, alıntılanan cümlelerde söylenenlerin hepsi ya saçma ya da barbarlığa ve despotizme çağrı. Ancak, haksızlık etmeyelim, bu hâl ve tarz, bildiğim kadarıyla, gururla solda yer aldığını beyan eden yazara mahsus değil, sağda mevzilenen başkaları da benzer anlamsız, temelsiz, nereye varacağının farkında olunmayan eleştirileri yapmada, bu solcu yazar üzülecek ama, onunla rekabet hâlinde.
Her cümle saçma olunca, söylenenlerin düzeltilmesi de zor oluyor, fakat ben yine de bunu yapmaya çalışayım. Rekabet kapitalizmin ürünü değil, insanın ve dünyanın tabiatının sonucudur. Yani kapitalizm rekabeti doğurmaz, rekabet kapitalizmi doğurur. Dünya sonsuz bolluk dünyası olsaydı, insanlar tanımadıkları bireyleri kendilerinden ve aile efradından daha çok düşünse ve gözetseydi, rekabet var olmazdı. Rekabet insan hayatının bir gerçeği, sadece kapitalizmde değil, her sistemde mevcut. Söz gelişi, sosyalizm, rekabeti kaldırmaz, yalnızca kurallarını ve tarzlarını değiştirir. Genel olarak hem, rekabetçi kapitalizmin tersine, vahşî, adâletsiz sonuçlara sebep olur hem de insanlığı varlığını sürdürme tehlikesiyle karşılaşma durumuna düşürür.
Rekabet aynı zamanda çok etkili bir dayanışma yöntemidir. Bu yöntem içinde üreticiler malları ve hizmetleri iyi ve ucuza üretip tüketiciye sağlar. Rekabet üreticileri tüketicilere daha iyi hizmet için yarıştırır. Üstelik bunu dil, din, cinsiyet, hayat tarzı ayrımı yapmadan gerçekleştirir. Siyasî otorite, her zaman, demokraside bile, şu veya bu ölçüde ayrımcıdır. Piyasanın gözü ayrımcılık sebebi görmez. Piyasa ekonomisiyle aynı anlamda kapitalizm birilerini yükseltirken çoğunluğu ezmez. Bunu devletçi, merkeziyetçi sistemler yapar. Kapitalizm uzun vadede herkesi geliştirir ve herkesin durumunu iyileştirir. Rekabet tüketicileri istismar edilmekten, soyulmaktan korur. Mal ve hizmet sağlayıcıları arasında dürüstlük, açık sözlülük gibi ahlâkî erdemleri teşvik eder.
Rekabetçi kapitalizm insanları ayrı ayrı hedefleri de ortak hedefleri de takip etmeye muktedir kılar. Bireyin bağımsızlığını takviye eder. Bireysel meziyetlerin ve yeteneklerin geliştirilmesine elverişli ortamlar hazırlar. Merkeziyetçi siyasî otorite hedef ve değer çoğulculuğunu imha eder, tek bir amaç ve değer skalasını toplumun her bireyine ve her kesimine dayatır. Kapitalizm çoğulculuk, ekonomik ve siyasî gücün tek elde toplanması ise tahakküm ve tek biçimlilik demektir.
Haksız rekabeti kapitalizm değil, devletin birilerine imtiyaz sağlaması yaratır. ‘Kıran kırana rekabet’ yeni işbirliği ve üretim biçimlerini ortaya çıkartır. Bu süreçte başlangıçta lüks sayılan mallar zamanla sıradan mallara dönüşür, çevreye verilen tahribat azalır, tüketim eşitsizliği geriler, insanların hayat standartları yükselir. ‘Hukukun insandan çok sermayeyi koruması’ lâfı da, hukukun ne olduğundan ve fonksiyonlarından habersiz köşe yazarlığının ne gibi iddialı fakat anlamsız sözler sarf etmeye yol açabileceğini gösteriyor. Sermaye denilen şey anasız- babasız değildir. Tüm sermaye unsurlarının bir sahibi (sahipleri) vardır. Bu yüzden, sermayeyi korumak insanı korumaktır. Evleri, arabaları, paraları, makinalar, toprakları korundukça insanlar da korunmuş olur. Bunları korumadan insan nasıl korunabilir?
Bir ilginç nokta, suret-i haktan görünen bu zihniyetin totaliter dayatmacılığı. Yazarımız ‘ … Yeter ki başkalarıyla rekabeti teşvik eden kültürden arınalım’ diyor. Zannediyor ki, rekabetin insanlar tarafından tercih edilmemesi mümkün. Öyleyse niye insanları rekabet ediyor diye yargılıyorsunuz? Birilerinin hayatına rekabet anlam katıyor olamaz mı? Rekabeti dışlayan hayat tarzı övgüye ve saygıya lâyıksa, rekabeti benimseyen hayat tarzının övgüye ve saygıya lâyık olmamasının sebebi ne, meşruiyeti nerede?
Bu anlayışa sahip kimselere belki şu çağrıyı yapmakta fayda var: Birleşin ve rekabetin dışlandığı, mülkiyetin kolektif olduğu, herkesin ortak amaçları benimsediği komünal hayat tarzları kurun. Benden söz: Asla size karışmam, ama bir ‘bedel’ karşılığında: Sizin de bana, benim gibi yaşamak isteyenlere karışmamanız şartıyla. Var mısınız? Varsanız, tarzlarımız rekabet eder ve daha başarılı olan kazanır. Ne diyorduk? Tüh, Allah kahretsin, rekabet, yine rekabet!
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.