Bu aralar Türkiyeli Barzani’ye yakın ya da Barzani’yi önemseyen gruplarda ilhamını yine Barzani ve politbürosunun açıklamaları ve tahlillerinde bulan büyük bir duygusallık büyük bir tepkisellik var. Durumun haklı karmaşıklığından olsa gerek basitleştirmek ve anlam vermek için “hainlik” kavramına sığınmış görünüyorlar. Dinlemeye, anlamaya zamanları yok gibi büyük bir hayal yıkıntısının altından kalkmak için teselliyi “hainlik” kavramında bulmuş gibiler. Öyle ya başka bir açıklaması olamazdı yaşanılanların! Daha birkaç gün önce Barzani ve Peşmergesi öncülüğünde, gönüllerdeki bağımsız Kürdistan’ın tarihî ilanına giden yolda umutlu, güçlü ve büyük beklenti vardı.
Şartlar, dengeler artık ne derseniz özetle rüzgâr dahil güneş bile Kürtlerden yana idi! Kürtler hiç olmadığı kadar bağımsızlığa yakındı! Bu koşullarda bağımsızlık referandumu kendisinden beklenen sonuçları vermeyip ortada Kürtlerden yana bir rüzgârın olmadığı anlaşıldığında dönüp düşünmeye tahlil etmeye gerek yoktu çünkü bunun yegâne bir açıklaması vardı: İhanet ve Hainlik.
Kürtlerin, Kürtler derken bahsettikleri aktör aslında Barzani ve grubu, ihanete uğramış ve kendilerine de hainlik yapılmıştı. Sadece içeride bir hainlik yoktu aynı zamanda uluslararası güçler de ihanet etmişti! Daha hayallerde canlı olan basında mürekkebi bile kurumamış Batılı aktörlerin “yapmayın, etmeyin, erteleyin” açıklamaları hiç olmamış gibi Batılılar ihanet etmiş! Sadece dost bildikleri Batılılar değil içeride de büyük bir ihanet varmış. Bundan dolayı daha birkaç gün öncesinde Celal Talabani’nin taziyesinde ona methiyeler dizen “gözün arkada kalmasın” diyen bir grup aynı şahsa ve ailesine, bildiğiniz ana avrat, düz gittiler.
Belki hatırlayanınız vardır, bilemiyorum. Her şey Kürtlerden yanayken “referanduma “evet” dememek hatta referandumu yapmamak Kürtlerin ölmüşlerine, dirilerine, doğmamışlarına, dağına, toprağına, kuşuna… ihanettir; Kürdistana hainliktir!” gibi söylemler ile bölgenin diğer aktörleri ve Kürtlerden yana bir rüzgârın olduğu görüşlerine kuşku ile yaklaşanlara, “tamam referandum meşrudur; ana sütünüz gibi helaldir ama bi durun” diye cümleye başlayanlar dahil herkese karşı duygusallık ile güçlendirilmiş bir tepki ve üstlerinde oluşturdukları muazzam bir baskı vardı. O zaman da, yine müthiş bir deha ile “hainlik” kavramına sığınmışlar, eleştirileri ve tavsiyeleri bertaraf etmeye çalışmış, makul bir tartışma ortamına bile zırnık koklatmamışlardı. Öyle ya destek vermeyenler olsa olsa kürdfobiktir! Destek vermeyen Kürd ise o zaman düşmanın aklına diline üslubuna teslim olmuş asimile olmuş bir zavallıdır! Hiç bir şey değilse gerçeğin farkında olan ama kendi çıkarı kadar önemli görmeyen çıkarcı acınası bir ideologdur.
Bütün bunların ötesinde anlaşıldı ki, eleştiri okları kendilerine yönelince, başka grupların eleştiri karşısında sergiledikleri/takındıkları, haklı olarak sevmedikleri tutumun bir adım ötesinde ya da gerisinde değiller. Bir baktık ki çok da farklı değillermiş.
Neyse mevzu bu değil aslında…
Referandum mevzusu ortaya atıldığında hem bunu savunma anlayışlarına hâkim olan üslup hem de referandumun kendisi birçok açıdan sakattı, yanlıştı. Aynı zamanda referandumun sonucunda bölgede yaşanan hızlı gelişmelerden sonra da takınan üslup doğru olmadı. Referandum kararı alındığında buna destek vermeyenleri, buna kuşku ve kaygı ile yaklaşanları “hımm… sizde bir hainlik söylemi var sanki” diyerek suçlayıp sonuçlarını ise ihanet ve hainlik ile açıklamak hangi mantık ile mümkün olabilir?
Referandum kararı açıklandığında yanlıştı, gereksizdi. Bunu şimdi sonuçlara bakıp “haklıydım” demek için söylemiyorum ama haksızdılar, yanlıştılar, yazık ettiler demek için söylüyorum.
Öncelikle “kendi kendisini yönetmek” gerçekten bir hak mıdır; halklara özgürlük getirir mi gibi tartışmalar bir tarafa bağımsızlık bölgede yaşayan Arapların, Türklerin, Farsların ve diğer halkların ne kadar hakkı ise aynı şekilde bundan Kürtleri mahrum etmenin ahlâken savunulacak bir tarafı yoktur. Bu temelde ahlâkîdir, meşrudur en az Türkler kadar Kürtlerin de hakkıdır.
Peki, o zaman bağımsızlık referandumu neden yanlıştı/tır?
- Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) zaten kendi kendisini yönetiyordu. Üstelik merkezî hükümette de temsil ediliyorlardı. Bağımsızlığın birçok kurucu unsurunu taşıyan güçlü bir özerklik alanları vardı. Sınırlar Kürt güçlerinin elindeydi, gümrüklerde merkezî hükümetin memurları değil; IKBY’nın ofisleri ve memurları vardı. Bunlara rağmen duygusal söylemler ile bağımsızlık referandumuna gitmek yanlıştı.
- Irak Anayasası Türkiye dâhil bölgede birçok anayasadan nispeten daha demokratik ve insan haklarına dayanıyor. Resmi dil Arapça ve Kürtçe’dir. Diğer birçok dil güvence altındadır. Bu temelde Kürtlerin refah, hak ve özgürlükleri için önlerine bağımsızlığı getirmek mutlak bir zorunluluk değildi.
- Bu referandumun Türkiye’de yeni kırılan kürdfobinin canlanmasını ve güçlenmesini getireceği açıktı. Türkiye’nin kendi Kürt meselesini çözmesine bir katkısı olmaması temelinde yanlıştı.
Bu sebeplerle Kürtlerin kendi kendisini yönetmesi, yüz yıllık özlem, Kürtlerin özgürlükleri gibi gerekçeler ile bağımsızlık ilânına gitmek yegâne yol değildi. Önemli olan Kürtlerin refah ve özgürlükleri ise bunu geliştirme imkân ve fırsatları vardı. IKBY’nin BM’de bir sandalye talep etmesinden daha anlamlı ve önemli olan hem özerk bölgenin refah ve gelişimine hizmet edecek, hem Kürtlerin hak ve özgürlüklerini geliştirecek hem de özellikle Türkiye’nin ciddi bir mesafe aldığı Kürt politikasını geliştirmesine katkı sağlayacak sürdürülebilir bir ilişki ve politikada ısrarcı olmalarıydı.
Referandum meşruydu ve haklarıydı. Buna eyvallah! Ancak bunun gerekli ve zarurî olmadığı ve aynı zamanda Kürtlerin hak ve özgürlüklerine bir katkısının olmayacağı da anlaşılmış oldu.
Bu saatten sonra “Ne yapmalı?” tartışmasından önce bu her derde deva olarak görülen “hain, ihanet” çözümlemelerinden ve bunun üzerinden tepki göstermekten vazgeçmek gerekiyor.