Günümüzde ülkeler ya refah devleti ya da refah devleti olma çabası içinde. Refah devletinin ahlâkî ve felsefî temelleriyle ilgili düşünür fikirleri ve refah devletinin pratikteki işleyişi, başarıları ve sorunları hakkında da geniş bir bilimsel araştırma stoku var.
Refah devletine haklılık kazandırmak için başvurulan filozoflardan biri Immanuel Kant. Bu Alman filozofun daha sonra başkaları tarafından da benimsenen ve geliştirilen refah hakları anlayışı, fakirlerin de tüm insanlar gibi bir iyi hayat kavramına sahip olduğu ama bu kavramı realize etmek için gerekli araçlardan ve kaynaklardan mahrum oldukları görüşü üzerinde yükseliyor. Teoriye göre fakirler gerekeni kendi çabalarıyla elde edemiyorsa başkaları, özellikle toplumun daha varlıklı üyeleri, onlara bunları sağlamalı. Kamu otoritesi de gerekenin gönüllü olarak yapılmaması hâlinde varlıklılara karşı icabında zor kullanarak toplum içinde gelir/kaynak transferleri yapmalı.
Kant’ın bu görüşünün açmazları var. En baştaki problem, fakirlerin hayat kavramının tekmiş gibi ele alınması. Tabiî bir genel refah hakları teorisi geliştirebilmek için başka çare yok. Ancak, fakirlerin iyi hayat anlayışı, hayatta kalmak için gerekli asgariden, çok varlıklıların ulaşabileceği spor, sanat, eğlence, tatil ve ekonomik yatırımlarla dolu bir hayatın gerektirdiği azamiye kadar geniş bir yelpaze teşkil eder. Bu durumda, refah devleti uygulaması fakirlere nasıl yardım edecek? Asgari ile azami arasında hangi noktayı esas alacak? Azamiyi isteyene asgari sağlanırsa ne olacak? Kantçı refah devleti taraftarlarının bu ve benzer sorular üzerinde ciddî şekilde düşünmesi lâzım.
Şüphesiz, sorunun başka boyutları da var. İş sadece fakirlere yardım gibi heyecan verici ve sevindirici bir yönle sınırlı olmaktan uzak. Varlıklılardan zorla kaynak/gelir alınması hangi hakla meşrulaştırılacak? Buna da Locke ve Kant karşımı bir çizgide tabiattaki her şeyin insana ortak olarak (yaratıcı veya tabiat tarafından) verildiği, zenginlerin fakirlerin de içinde olduğu toplumda yaşamaktan büyük faydalar sağladığı, bunlardan dolayı zenginlerin fakirlere yardımla mükellef veya devletin zenginlerden alıp fakirlere aktarmakla görevli ve yetkili olduğu söylenebilir. Söyleniyor da.
Tabiatın insanlığın ortak malı olması, tabiat durup dururken kullanılabilir ve zaman ve mekân sınırı olmaksızın ulaşılabilir olmadığından fazla anlam taşımıyor. Tabiatın ortak kullanımı insanların ekonomik faaliyetleri sonucu zaten gerçekleşiyor. Devletin varlıklılardan zorla alıp fakire aktarması da, varlıklının iyi hayat konseptine fakirin iyi hayat konseptine nispetle negatif ayrımcılık yapılması sonucunu veriyor. Öyle durumlar olabilir ki, vergilendirilmesi kişinin iyi hayat konseptini realize etmesini tamamen engelleyebilir veya ağır biçimde zorlaştırabilir. Bu da eşitliğe aykırı değil midir?
En temel, fakat en çok ihmal edilen refah meselelerinden biri refah devleti uygulamalarını gerçekleştirmek için gerekli zenginliğin nasıl elde edileceği. Zenginlik Allah’ın dünyadaki ekonomik işleyişe her an müdahale etmemesi anlamında Tanrı tarafından verili değil. Zenginliğin üretilmesi gerekiyor. Zenginliğin sahibi ve hâsıl edicileri var. O zaman iki mesele var karşımızda: İlki zenginliğin daimî olarak üretilmesi, ikincisi bunu yapanların yaptıklarına pişman ve perişan edilmemesi.
Zenginliğin doğmasının kaynağı Adam Smith’in doğal özgürlük sisteminin işlemesi. Doğal özgürlük sisteminin zenginlik motoru olarak işlemediği, zenginliğin fasılasız şekilde üretilmediği yerde refah devletinin sadece sözü olur. Zenginliği üreten ekonomik aktörlerin ürettiklerinin sahibi olmasının engellenmesi zenginlik üretimini durdurur. Bu da şekli ne olursa olsun refah devletine gidilmesini engeller. Bu yüzden, refah adına devletin topluma müdahalelerinin zenginlik kaynağı doğal özgürlük sistemini bozmaması, zenginlik yaratan aktörleri bundan caydırmaması gerekir. Sık sık söylediğim gibi refah devleti belki de bir tavuk-yumurta hikâyesi. Yumurta değil tavuk refah devleti icraatının özü olmak zorunda. Refah devleti adına tavuklar kesilirse, yumurtayı da unutmaktan başka çaremiz kalmaz.