Memleketin sahibi geçinenlerin gözlerinin bu kadar kararmış, vicdanlarının bu derece körleşmiş, hesaplarının bu kadar sığlaşmış olduğunu düşünemezdim doğrusu.
Neredeyse yüz yıllık bir memleket meselesinin çözümü için tarihî bir fırsat yakala, ama bu, üç kuruşluk iktidar hırsına kurban edilsin. Açılıma karşı CHP ve MHP’nin sergilediği muhalefet üçüncü sayfa cinayetlerinden farksız; acımasız, vicdansız, akılsız…
Demek ki Kürt sorununun çözümünü istemiyorlar; terörün bitmesi, şehit haberlerinin kesilmesi, faili meçhullerin bir daha dönmemek üzere tarihe gömülmesi, insanların etnik kimliklerini özgürce taşırken kardeşçe bir arada yaşaması rahatsız ediyor bunları. Yazık, önüne geleni ihanetle suçlayanlar ülkenin birliğine, dirliğine, demokrasisine kastetmekte bir beis görmüyorlar.
Tam da böyle kaotik bir ortamda, insanların, siyasi liderlerin ‘vatanseverlik maskesi’nin düştüğü bugünlerde ‘neden demokratik açılım?’ sorusuna yeniden dönmekte fayda var.
Bu ülkede demokrasinin yerleşmesi için Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor. 1925 yılından beri demokrasiyi kâh ortadan kaldırmak kâh sadece göstermelik hale getirmek için Kürt sorununu bahane olarak kullandılar. Kürt kimliğini, dilini ve kültürünü bile ‘ülkenin varlığını tehdit eden bir sorun’ olarak görenler Türkiye’yi sürekli bir ‘olağanüstü hâl’ rejiminde yönettiler. Halkı korkutarak razı ettiler sistemdeki zulme, haksızlığa, eşitsizliğe… Demokrasi yoluyla sandıkta kazanan halk hiç iktidar olamadı böylece.
Razı mısınız bu oyunun devamına? CHP, MHP ve de DTP bu oyunda figüranlık kapma peşinde, onlar buna razı. Ya siz?
Bu ülkede askerin kışlasına çekilmesi için Kürt sorununun çözülmesi, demokratik açılımın devamı gerekiyor. Bütün demokratikleşme hamlelerine rağmen askerin siyaset üzerindeki baskısı PKK ile mücadele adı altında hep devam etti. Terör arttıkça askerin siyasi ve toplumsal etkisi ve müdahalesi de büyüdü. Asker, Kürt meselesinin yayılmasına paralel bir şekilde siyasal, toplumsal ve de ekonomik yapılar üzerinde kontrolünü artırdı. Alanı genişleyen, etkisi derinleşen bu güç hükümetler devirdi, yenisini birilerine Karadayı’nın deyimiyle ‘altın tepside’ sundu, 27 Nisan’da olduğu gibi muhtıralar verdi, ‘kafes’ler hazırladı, ıslak imzalı ‘bitirme planları’ yaptı.
Razı mısınız birilerinin sizi korkutarak ‘kafes’e tıkmasına, ‘iç düşman’ ilan etmesine, ‘sözde vatandaş’ diye küçümsemesine? Hazır değil misiniz hâlâ Kürt meselesinin varlığından güç ve toplumsal meşruiyet devşirerek tüm ülkeyi askerî bir garnizona çevirmeye kalkanların elinden bu ‘Kürt tehlikesi’ oyuncağını almaya?
Bu ülkenin fiilen bölünmemesi için Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor. Sorunun devamı memleketi adım adım bölüyor, birlikte yaşama idealini ve iradesini zayıflatıyor. Çözümü ihanet olarak niteleyenler bölünmeyi adeta kader haline getiriyor. Kimileri çözüme samimiyetle karşı çıkıyor, ama bazılarının güttükleri niyet ve amaç çok farklı. Bunlar, ‘küçük olsun benim olsun’ siyaseti izliyorlar. Bölünmenin eşiğinde veya fiilen bölünmüş bir Türkiye’de siyaseten daha güçlü olacağının hesaplarını yaparak vaya ekonomik yağmadan pay alırım beklentisiyle çözümün karşısına çıkıyorlar, bölünme sürecini hızlandırmaya çalışıyorlar. Bu çizgideki siyasetçilerin, kesimlerin ve kurumların sayısı hiç de azımsanacak düzeyde değil maalesef. Değişmiş, demokratikleşmiş, iktidarı halka geçmiş, halkı birbiriyle barışmış, kaynaşmış bir Türkiye yerine ‘küçültülmüş’, küçültülürken de iktidar kündesine iyice alınmış bir Türkiye’yi tercih edenler bugün gemi azıya aldılar. Bu amaçlarına ulaşmak için seferberler; darbeyle, iç savaşla veya dış savaşla farketmez onlar için.
Razı mısınız Kürt sorunu çözdürülmeyerek küçültülmüş bir Türkiye’ye, küçültülürken de iktidarı ilelebet bir avuç ‘milliyetçi maskeli’ faşiste vermeye? Razı mısınız demokrasiyi rafa kaldırmaya, askerî vesayete, faşizm kokan bir rejime?
Zaman, 11.12.2009