Rahatsız olmamayı öğrenmek

Melih Gökçek Bahçelievler’de içki anketinden vazgeçtiğine göre, bu konuyu artık kapamak gerektiğini düşünebiliriz.Ama kapamadan önce, dönüp dönüp gündeme gelen şu içkiden rahatsız olma meselesi üzerinde biraz daha düşünmekte yarar var.

Yakınlarında içki içilmesinden rahatsız oluyorlar. Ve bunu da yasaklama ya da kısıtlama için son derece haklı bir gerekçe olarak görüyorlar.

Oysa farklı olan ve farklı yaşayanlar karşısında rahatsız olmaya, haklı bir gerekçe değil, olsa olsa rahatsız olanın kusuru olarak bakmayı denemeliyiz bir de…

Zira bu rahatsız olmanın sonu yok ve ne geliyorsa başımıza, kendisinden farklı olanın karşısında rahatsız olmamayı becerememekten geliyor.

Sokaktaki “Atatürkçü” kadın, sokakta yanından yürüyen türbanlı kadından; onun kendisiyle aynı markette, aynı kafede kendisiyle yan yana bulunmasından, plajda haşemasıyla boy göstermesinden rahatsız oluyor.

Buna karşılık bazıları da semtlerinde sevgililerin el ele göz göze dolaşmasından, parkta öpüşmesinden, göbeğini açık bırakan pantolon giymesinden, evli olmayan çiftlerin bir arada oturmasından, ulu orta içki içmesinden rahatsız oluyor.

Hacca gidenler havaalanında önünden geçtikleri panodaki bikinili kadın fotoğrafından rahatsız oluyor; ertesi yıl aynı panoya başörtülü bir kadın konduğunda bu defa da öbürleri rahatsız oluyor.

Ve herkes de duyduğu rahatsızlığı yasaklama için haklı bir gerekçe sanıyor.

“Sorunlara hem özgürlükleri hem de huzuru koruyan cevaplar bulmak siyasetin en can alıcı görevidir; günümüz siyasetçileri, toplumların hiçbir bakımdan homojen olmadığı bu çağda bu konuda çok daha yaratıcı olmak, yeni çözümler bulmak durumundadır” demiştim geçen yazımda.

Ne var ki, siyasetçinin, hukukçunun bulabileceği çözümlerin de bir sınırı vardır. Her şeyi sadece hak-hukuk temelinde çözemez ve öyle yaşayamayız.

Bundan ötesi bir arada yaşayan insanlara kalır…

Olgun bir toplum olup olmamaya bakar..

İnsanlar haklarını ya da özgürlüklerini kullanırken içinde yaşadıkları toplumla ve dünyayla ilişkilerinin kötüye değil, iyiye gitmesini isterler.

İşte bu noktada empati devreye girer. Özgürlüklerinizi kullanırken başkalarının ne hissettiğini, sizi nasıl algıladığını, sizin için neler hissettiğini kaale alırsınız. Buna göre kendinizi gönüllü olarak sınırlarsınız. İfade özgürlüğünü hiçbir empati duygusu olmaksızın, kıra döke kullanmanın hukuki bir bedeli yoktur ama, manevi bedelleri vardır.

Olgun bir toplum, bireylerin özgürlüklerini empatiyle birlikte kullanabildiği toplumdur.

Ama olgun bir toplum aynı zamanda, kendilerinden farklı olanla karşılaştıklarında bu farklılıklardan rahatsız olmamayı öğrenebilmiş bireylerin oluşturduğu toplumdur.

Panolar Savaşı patlak verdiğinde “Neden bazı insanlar bunu bir türlü yapamıyor? Neden her şeyden bu kadar çabuk rencide olup kendini saldırıya uğramış hissediyor” diye sormuş ve kendimce şöyle cevap vermiştim:

Çünkü insanların çoğu yaşadığı toplumu kendisine benzetmeye çalışıyor. Hepsi toplum mühendisliğine soyunmuş, dolayısıyla da öteki mühendislerin projelerine hoşgörü gösteremiyor.

Mahallesinde açılan içkili lokantayla, bikinili ya da tesettürlü panoyla, yanından geçen türbanlıyla saldırıya uğrayan şey onun bireysel inanç ve bireysel kimliği değil, toplum tasavvuru. Saldıran şey de öteki toplum modelinin sancağı.

 Panoda bikinili kız fotoğrafını gören hacı, muhafazakâr toplum tasavvurunun yaralandığını; türbanlı kızı gören çağdaşlarımız da laik toplum tasavvurunun saldırıya uğradığını hissediyor.

O yüzden de başını çevirip görmezden gelemiyor, aldırmazlık edemiyor. Beğenmese de katılmasa da “bana ne” deyip geçemiyor.

İşte böyle olduğu için de her farklılık kriz yaratmaya aday bir gerginlik noktası olarak yaşanıyor.

Ve yine böyle olduğu içindir ki kamusal alan dediğimiz ve hepimize ait olan alanda herkes için yeteri kadar yer olmasına rağmen, gücü yeten öbürünü silip atmaya, dışlamaya ve o alana tek başına hakim olmaya çalışıyor

Değişen güç dengelerine göre, dışlanan değişiyor.

Ama kavga hiç bitmiyor.

***

Hepimiz yaşadığımız toplumun tümünü kapsayan ve merkezinde kendimizin olduğu bir toplum modeline ve onun projesine sahip olduğumuz sürece, bu projenin başkalarının projeleriyle çatışması, sürtüşmesi; acılar, hüzünler ve sonunda yasaklar zorbalıklar üretmesi kaçınılmaz.

Toplumsal barıştan, kardeşçe bir arada yaşamaktan söz ediyorsak; ilk işimiz o koca projelerden kurtulmak olmalı gibi geliyor bana. Proje yapacaksak, kendimiz için yapmalıyız. Bireysel olarak kendi kişiliğimizi geliştirmek, kendi geleceğimizi kurmak, kendimizi gerçekleştirmek için… Gücümüzü ve enerjimizi başkalarının hayatını değil, kendi hayatımızı dönüştürmek için kullanmalıyız.

O zaman, birçok şeyden daha az rahatsız olduğumuzu göreceğiz. Rahatsız olduğumuz ender zamanlarda da minik bir baş çevirmesi ya da omuz silkmesi yetecek “sorun”umuzu çözmeye.

Bugün, 18.09.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et