Terör örgütlerinin yapıları ve eylemleri incelendiğinde, bu örgütlerin oluşumunda ve güçlenmesinde örgüt üyelerinin radikalleşme süreçlerinin oldukça büyük etkiye sahip olduğu görülmektedir. Öyle ki şiddete dayalı radikalleşmenin tüm terörist davranışların birincil özelliği konusunda fikir birliği bulunmaktadır. Terörü önlemek ve etkisini azaltmak için şiddete dayalı radikalleşme konusunda yoğun çalışmalar yürütülmesinin temelinde bu temel kabul yatmaktadır. Günümüzde birçok devletin radikalleşmenin önlenmesi ve radikalleşme sürecinin tersine çevrilmesi amacıyla merkezler kurmasının sebebi de terör ile şiddete dayalı radikalleşme arasındaki bu güçlü bağdan kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) de yapısının ve amaçlarının daha açık şekilde anlaşılabilmesi ve ilerde benzer bir tehdide maruz kalmamak için FETÖ üyelerinin radikalleşme sürecinin analiz edilmesi önem taşımaktadır. Zira FETÖ’nün 15 Temmuz gecesindeki ihanetinde kendisine sorgusuz sualsiz itaat eden radikal kitlesini kullandığı bilinmektedir. Özellikle konuya radikalleşme teorileri açısından bakıldığında, FETÖ üyelerinin gösterdikleri davranışların radikalleşmiş kişilerin özelliklerine büyük ölçüde uyduğu görülmektedir. Bu açıdan FETÖ’nün ve üyelerinin radikal yapılarının tahlil edilmesi hem örgütle mücadele etmek hem de benzer hadiseleri önlemek hususlarında büyük önem arz etmektedir.
FETÖ üyelerinin radikalleşme sürecinin nasıl gerçekleştiğini izah etmeden önce, radikalleşme kavramının hangi unsurlar çerçevesinde ele alındığını ifade etmek gerekmektedir. Genel olarak, bugüne kadar gelmiş geçmiş radikal gruplara bakıldığında bu örgütlerde yer alan radikallerin büyük çoğunluğunun neredeyse birbirine benzer ortak özellikleri bulunduğu anlaşılmaktadır: Kendisi gibi olmayanlara karşı nefrete ve düşmanlığa varacak bir hoşgörüsüzlük; kendi görüşlerini tek gerçek kabul ederek, farklı görüş ve yorumları yok saymak; sorunlar karşısında genellemeler yaparak, karşı olunan kişileri tek bir potada değerlendirmek ve son olarak da sahip olunan fikir ve inançları kendi amaçları doğrultusunda değiştirerek, bu fikirleri çok daha sert, kaba ve yüzeysel yorumlarla yeniden ifade etmek bu özelliklerin başında gelmektedir.
Elbette radikalleşmiş veya aşırılıkçı kişilerin bu özelliklere bir anda sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. Bu kişiler, belirli süre zarfında, temasta oldukları kişilerin ve tecrübe ettikleri olayların etkisi sonucunda radikal bir psikolojik durumun ve zihniyet dünyasının içine düşmektedirler. Böylelikle belirli aşamalardan sonra radikalleşen kişiler, bu özelliklere sahip olduktan sonra, bir örgüte katılmaya hazır hale gelmektedirler. Burada ifade etmek gerekir ki, sanıldığının aksine, radikalleşmiş kişiler geçmişteki görüş ve inançlarından hareketle bir terör örgütüne katılmamaktadırlar. Tam aksine, bu kişiler, hangi görüş ekseninde faaliyet gösteriyor olursa olsun, çevrelerindeki en örgütlü ve aktif terör örgütlerine katılmayı tercih etmektedirler. Nitekim 2. Dünya Savaşı öncesi Alman gençleri, siyasal ve toplumsal gelişmelerin neticesinde önce radikalleşmişler ve sonrasında kendi dönemlerinin en organize ve etkin örgütü olan NAZİ’lere katılmaya karar vermişlerdir. Eğer o dönemde Alman sosyalistleri daha etkin bir durumda olsalardı bu kişilerin nasyonal-sosyalist olmak yerine sosyalist olacakları üzerinde geniş bir mutabakat bulunmaktadır. Bugün dünyanın birçok farklı bölgesindeki radikalleşmiş kişilerin, hayatlarının önceki dönemiyle neredeyse taban tabana zıt şekilde, DAEŞ’e katılmalarının temel sebebi de bu örgütün dünya genelindeki en aktif terör örgütlerinin başında yer almasından kaynaklanmaktadır.
FETÖ üyelerinin de yukarıda zikredilen radikalleşme eğilimlerini büyük ölçüde yansıttığı açık şekilde bilinmektedir. Bununla birlikte FETÖ’nün radikalleşme konusunda diğer radikal örgütlerle büyük benzerlikler göstermesine karşın, radikalleşme sürecinin gerçekleştiği dönemin terör örgütlerinin birçoğundan farklı şekilde meydana geldiği de görülmektedir. Örgüte katılan kişiler, diğer terör örgütlerinin aksine, belirli bir radikalleşme süreci sonunda örgüte katılmaya karar vermiş kişiler değildir. Tam tersine bu kişiler örgüte girdikten sonra örgüt içindeki faaliyetleri ve tecrübeleri neticesinde yavaş ama oldukça sağlam bir radikalleşme sürecini yaşamışlardır. Örgüt öncesi hayatlarında hatta örgüte girdikten sonra belirli bir süre mutedil şekilde yaşayan birçok kişi, örgütün çeşitli propaganda, telkin ve doktrinleştirme yöntemleri sonucu radikal kişilere dönüşmüştür. Sürecin bu şekilde örgüt içerisinde gerçekleşmiş olması üyelerin örgüt ve liderle olan bağlarını çok daha kuvvetlendirdiği düşünülmektedir.
FETÖ ile diğer radikal örgütler arasındaki benzerliklerin başında ise örgüt üyelerinin eski hayatlarındaki grup bağlarını ortadan kaldırmak gelmektedir. Radikalleşme teorilerine göre mevcut grup bağlarını koparmış kişilerin çok daha kolay ve hızlı şekilde radikalleştikleri kabul edilmektedir. Buna göre aile başta olmak üzere arkadaşlık, komşuluk veya başka bir sosyal gruba aidiyet duygusuyla bağlı kişilerin radikal fikir ve eylemlere meyletmesi nadiren görülmektedir. Aile, arkadaşlık veya iş hayatlarında belirli bir düzeni sağlayamamış kişiler ise radikalleşme eğilimlerini çok daha kolay gösterebilmektedir. Bu sebeple terör örgütleri, grup bağlarını koparmış kişileri örgütlerine kazandırmada daha hevesli oldukları gibi, üyelerini kendilerine tam olarak bağlayabilmek için bu kişilerin sahip oldukları eski tüm sosyal bağlarını da yok etmeye çalışmaktadırlar.
FETÖ’nün de kendi üyeleri üzerinde mutlak bir hakimiyet kurmak için, aile bağları başta olmak üzere üyelerinin birçok sosyal ilişkisini ortadan kaldırmaya çalıştığı bilinmektedir. Özellikle çocuk yaşta örgüte dahil edilen kişiler mahalle evleri, yurtlar, okullar ve dershaneler gibi yapılar aracılığıyla ailelerinden yavaş yavaş kopartılmak istenmektedir. Üniversite hayatlarından sonra dahi bu evlerde kalmaya devam edilmesi, yurtdışındaki örgüt okullarında görev alınması veya askerlik/polislik gibi aileden uzak yerlerde icra edilen işlerde çalışılması gibi seçenekler devreye sokularak, kişiler ailelerinden tamamen kopartılmakta ve örgüte tam manasıyla bağlı kimseler haline dönüştürülmektedirler. Özellikle bu süreçte “ağabey” veya “abla” adı verilen örgüt sorumlularının büyük bir rolü bulunmaktadır. Çocukların her türlü sorunlarıyla ilgilenen ve onlara en yakın kişiler haline gelen bu örgüt elemanlarına “ağabey” veya “abla” isimlerinin verilmiş olması dahi yeni bir ailenin kurulduğu izlenimini vermekte ve çocukların yeni bir sosyal aidiyet duygusu geliştirmelerini amaçlamaktadır.
FETÖ’nün, örgüt üyelerinin aileleriyle olan duygusal ve ahlâkî bağlarını ortadan kaldırmak için bu kapsamda kullandığı bir diğer yöntem, örgüt üyelerine yeni isimler verilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Böylelikle örgütte çeşitli görevler üstlenen kişilere yasal isimleri dışında kod adı olarak kullanılan yeni isimler verilmektedir. Bu tercih örgütün gizli faaliyetler yürütmesini sağlamanın yanı sıra örgüt elemanlarının yeni bir kimlik ve ahlâk anlayışına sahip olmasının da önünü açmaktadır. Zira isim vermek bir insanı hangi yaşta, görünüşte ve statüde olursa olsun belirli şekilde somutlaştırmayı sağlamaktadır. Böylelikle kişi fiziksel bir değişim geçirse dahi ismi sayesinde sabitlenebilmektedir. Ayrıca, isim vermek bir otorite ilişkisini de içermektedir. İsim veren, isim verdiği kişi ya da nesne üzerindeki otoritesini bu sayede tesis etmektedir. İslam dini açısından da çocuğa isim verme hakkının babada olmasının bir sebebi de bu otorite ilişkisine dayanmaktadır. Böylelikle FETÖ’nün kendi üyelerine yeni bir isim vermesi, kişinin hem yeni bir isim üzerinden sabitlenmesini hem de ailesiyle olan bağlarının farklı açıdan da zayıflatılmasını sağlamaktadır. Bu sayede örgüt, ilk olarak, kişinin ailesinden aldığı isimden farklı bir ismi o kişiye vermekte ve sonrasında ise ailesinin verdiği kimlik ve ahlâk anlayışından farklı bir kimliği ve ahlâkî yapıyı üyelerine benimsetmeye çalışmaktadır. İzlenen bu yöntemlerin sonucunda kurulan otorite sayesinde örgüt üyelerinin tüm ahlâkî ölçütleri ve değerleri tepe taklak olmaktadır. Öyle ki kişinin ailesinden aldığı ahlâk anlayışına göre sınav sorularını çalmaktan tutun da mensubu olduğu topluma ağır silahlarla saldırması asla kabul edilemeyecek davranışlar olmasına karşın, örgütün verdiği yeni isim, kimlik ve ahlâk anlayışı neticesinde bu davranışlar kolaylıkla sergilenebilir ve sindirilebilir hale gelmektedir.
Radikalleşmiş kişilerin bir diğer ortak özelliği, bu kişilerin tercih yapmaktan yorulmuş olmaları ve hayatlarının sorumluluğunu lider olarak gördükleri kişilere teslim etmeleri şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Hayat, insanların aldıkları kararlar doğrultusunda ilerlemekte ve esasında alınan her karar da bir tercihin ürünü olarak şekillenmektedir. Ruhen ve zihnen sağlıklı kişiler, aldıkları kararların iyi veya kötü sonuçlarını bir şekilde kabul etmek durumundadırlar. Fakat radikalleşmiş kişiler, aldıkları kararın bedelini üstlenemeyecek kadar zayıf bir yapıya sahiptirler. Bu sebeple radikalleşmiş kişiler, bir örgütün içinde yer almak suretiyle kendi eylemlerinin neticelerini üstlenmekten kaçmakta ve bununla ilgili tüm sorumluluğu örgütlere devretmektedirler. Radikalleşmiş kişilerin hayatlarına bakıldığında bu insanların hayatın yükünü çekmekten yorulduklarını düşündükleri görülmektedir. Kendilerini güçsüz ve zayıf gören bu kişiler, birisinin çıkıp kendileri adına düşünmesini ve hareket etmesini arzu etmektedirler. Totaliter devletlerin 20. yüzyılda büyük insan kitlelerini etkileri altına almaları ve onlara canice eylemler yaptırabilmelerinin altında, yıkıcı savaşlar ve felaketler sonucu insanların kişilik yapılarının zayıflamış olmasının yattığı kabul edilmektedir.
FETÖ’nün de üyeleri üzerindeki hakimiyeti ve otoritesi dikkate alındığında, örgüt üyelerinin neredeyse hiçbir şekilde tercih yapma ihtiyacını hissetmedikleri görülmektedir. Nitekim bu kişiler okuyacakları okuldan evlenecekleri kişiye, kullanacakları GSM operatöründen uygulayacakları emirlere kadar neredeyse hayatın tamamına karşılık gelen bütün tercihleri örgüt yönetiminin kararına bıraktıkları anlaşılmaktadır. FETÖ üyeleri, böylelikle, kendi hayatlarına ilişkin tüm kararları örgüt liderine devretmek suretiyle kendi eylemlerinin sorumluluğundan kaçmaya çalıştıkları görülmektedir. Bu sayede örgüt üyeleri, kendilerine verilen her türlü talimatı sorgulamaksızın, sonuçlarını düşünmeksizin ve dahası hiçbir rahatsızlık duymaksızın yerine getirdikleri bilinmektedir. Dinî inanç ve değerlerinden her türlü tavizi vermek, başkasının hakkını yemek, iftira atmak, takıyye yapmak ve çeşitli suçları işlemek gibi gayrı-ahlâkî ve yasa dışı eylemler böylelikle çok rahat şekilde örgüt üyelerince gerçekleştirilmektedir. Hatta 15 Temmuz gecesi TBMM’yi bombalayan pilotların savcılık ifadelerinde kendilerinin masum olduklarını ve sadece kendilerine verilen emirleri yerine getirdiklerini söylemeleri bu hastalıklı zihnî ve ruhî durumun örgüt içinde ne denli kuvvetli olduğunu açıkça göstermektedir.
Radikal grupların bir diğer özelliği gizliliğe büyük önem vermeleridir. Muhakkak ki gizliliğin kötülükle doğrudan bir ilgisi yoktur ama kötülüğün gizlilikle çok yakın bir ilişkisi bulunmaktadır. Bu nedenle gerek örgütlenme gerekse eylem aşamasında radikal grupların ve terör örgütlerinin gizliliği her daim muhafaza etmek istedikleri bilinmektedir. Örgüt üyeleri ile lider arasındaki ilişkinin de gizli ve sınırlı olması, örgüt üyelerinin örgüt ve liderle olan hayal dünyalarını geliştirmekte ve kişinin lidere olan bağlılığı daha da kuvvetlenmektedir. Bu sayede kişi liderin durumunu ve halini tam olarak keşfedememekte ve oluşan boşluk hayal dünyası aracılığıyla doldurulmaktadır. FETÖ’nün de gizlilik unsurunu örgüt dışı ilişkilerinde ustalıkla kullandığı gibi, örgüt içinde de benzer şekilde kullandığı anlaşılmaktadır. Özellikle örgüt elebaşının ABD’ye göç etmesi sonucu lider ve üyeler arasındaki gizliliğin ve gizemin daha da arttığı görülmektedir. Bu doğrultuda, lider sadece kendi istediği zamanlarda ve süre zarfında üyeleriyle temas halinde olmaktadır. Bunun dışındaki zamanlarda ise radikalleşmiş örgüt üyeleri, ancak örgüt tarafından oluşturan mitler sayesinde liderine daha yoğun duygular çerçevesinde bağlanmaktadır.
FETÖ’nün 40 yıla yakın bir süre boyunca kademe kademe ilerleyerek büyük bir güce ulaşmasında örgüt üyelerini radikalleştirmesinin büyük payı bulunmaktadır. Örgütün amaçladığı sonuçlara ulaşabilmek için, diğer terör örgütlerinin yaptığı gibi, radikalleşmiş bu kişilerin gücüne dayanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Hangi terör örgütüyle mücadele ediliyor olunursa olunsun, örgütün zayıflatılması ve yok edilebilmesi için radikalleşmenin önlenmesi hususu terörle mücadeledeki en etkin araçlardan birisini teşkil etmektedir. Bu sebeple gerek FETÖ’nün etkisinin bertaraf edilebilmesi gerekse gelecekte benzer bir tehdide karşı korunabilmek için bu radikalleşme süreçlerinin analiz edilmesi ve bu yönde tedbirlerin alınması önem taşımaktadır.
Salih Zeki Haklı, Polis Akademisi
Kullanılan Kaynaklar:
Gus Martin, Terörizm, Adres Yayınları, Ankara, 2017.
Eric Hoffer, Kesin İnançlılar, İm Yayınları, İstanbul, 1998.
Georg Simmel, Gizliliğin ve Gizli Toplumların Sosyolojisi, Pinhan Yayıncılık, Ankara, 2016.
Hüseyin Arslan, Dini Gruplar ve Siyaset-2 FETÖ/PDY, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2016.
Ali Köse, Milenyum Tarikatları, Timaş, İstanbul, 2014.
Atilla Yayla, “15 Temmuz Direnişi ve Türkiye Demokrasisi”, Liberal Düşünce Dergisi, 15 Temmuz Özel Sayısı, Ankara, 2016.
Hasan Yücel Başdemir, “Ezoterik Grupların Epistemolojisi”, Liberal Düşünce Dergisi, 15 Temmuz Özel Sayısı, Ankara, 2016.