Demokratik bir hukuk devleti için EMASYA Protokolü’nün iptal edilmesine ilaveten, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi değiştirilerek TSKnın esas görev olarak dış savunmaya odaklanması sağlanmalıdır.
Türkiye’de son birkaç aydır EMASYA Protokolü tartışılıyor. Bu konuya ilişkin haberlerle yatıp kalkıyorlar. Bir bakış protokolün yasal dayanağının 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu olduğu belirtilirken, başka bir bakış protokolün 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’na aykırı olan “24 saat düzenli çalışan birlikler haline getirilen EMASYA birliklerine, valilik talep etmeden de, gerekli gördükleri zaman toplumsal olaylara el koyma yetkisinin verilmesi” hükmünün yasal meşruiyet kaynağının TSK İç Hizmet Kanunu olduğunu ileri sürmektedir.
Protokolün yürürlükten kaldırıldığının açıklanması ile sorunlar tamamen bitmiş midir?
Elbette ki Protokolün iptali çok önemli bir gelişmedir; ilk defa ülkemizde yoğun ve yaygın bir tartışma ve eleştiri bombardımanı neticesinde demokratikleşme yönünde önemli bir adım atılmıştır. EMASYA Protokolü’nün kaldırılması, kamuoyunun demokratik baskısının pozitif bir ürünüdür. Bu, şunu göstermiştir: “Bir konuda kamuoyu güç birliği yaparak bütün ağırlığını ortaya koyarsa, lüzumlu iyileşmeler yapılabilir”. Bu hususun çok önemli bir gelişme olarak kaydedilmesi gerektiği kanaatindeyim.
İL İDARESİ KANUNUNA DİKKAT
Demokrasilerde iç güvenlik ve asayişin sağlanması konusunda temel ilke şudur: “Devlet, en alt birimlerinden en üst birimlerine kadar sivil inisiyatifin kontrolünde olmalıdır. Bu durum, iç emniyet ve asayişin sağlanması konusunda da geçerlidir. Ülke içi emniyetin sağlanmasında emniyet birimlerinin yeterli olmadığı durumlarda, Valinin talebi üzerine silahlı kuvvetler mensuplarının yardıma gelmesi halinde, temel ilke, silahlı kuvvetlere mensup birliklerin sivil güce bağlı hareket etmesidir. Demokratik bir hukuk devletinde, askeri güçler kendi başlarına denetimsiz bırakılamaz; tamamen sivil mercilerin inisiyatif ve kontrolü altında faaliyetlerini sürdürürler”. Ülkemize baktığımızda, maalesef yapının büyük oranda tersinden işlediği görülmektedir. Buna imkân sağlayan bazı kanuni dayanaklar da mevcuttur.
Bunlar hangileridir diye sorulacak olursa. Önce İl İdaresi Kanunu’ndan başlayalım.
İl İdaresi Kanunu’nun 11/A, B, C ve D bentlerinde yer alan hükümlerden, iç emniyet ve asayişin sağlanması; koordinasyonu; İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığından yardım istenmesi konularında valinin inisiyatif sahibi olduğu görülmektedir. Bütün bunlar demokratik bir yönetim için olumlu hükümlerdir. Fakat bu Kanunun 11/D bendinin ilerleyen hükümlerinde inisiyatifin ya tamamen askeri birliklere kaydığı ya da askerlerin inisiyatife ciddi manada ortak edildiği görülmektedir. Şöyle ki:
TSK İÇ HİZMET KANUNU NE OLACAK?
“2) Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı, vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanı tarafından, görevde kalış süresi, askeri birliğin komutanı ile koordine edilerek vali tarafından belirlenir. 4) Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir”. Bu hükümlerde valinin, sahip olduğu inisiyatifi önemli oranda askeri kesim ile paylaşmış olduğu görülmektedir.
“3) Askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre TSK İç Hizmet Kanunu’nda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir. 5) Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir”. Bu hükümlerde ise inisiyatif tamamen askeri birliklere devredilmiş olmaktadır. Bu inisiyatifin kapsamı da TSK İç Hizmet Kanunu’na yollama yapılarak tayin edilmektedir ki, bu kanuna göre askeri kesimin yetki sınırlarını net olarak çizebilmek mümkün değildir. Bu da, sivil inisiyatifin büyük oranda devre dışı kalması anlamına gelir. Esas itibariyle bu hukuki yapı demokratik hukuk devletine aykırıdır.
İÇ DÜŞMAN KİMDİR?
Hâlâ ülkemizde askeri kesim “iç güvenlik yapılanması”nı, toplumun en büyük tehdit olarak görülmesi eksenine oturtmuş bulunmaktadır. Şiddeti içeren bir yapılanma mevcut olup olmadığına ya da kanun dışı eylemli bir durum içerisine girilip girilmediğine bakılmaksızın, toplumun belli bir kesimi, hala “iç düşman”, “iç tehdit” algılaması ile kategorize edilmekte; TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi bu zeminde yorumlanmaktadır. Yapılan bütün darbelerin arka planında bu madde yer alırken, bu hüküm, askeri kesimin, gerekli şartların oluşması halinde askeri darbe yoluyla demokrasiye son verilmesini bir kanuni hak olarak algılamalarına sebep olmaktadır. Bu yönde fiili bir algının varlığı, bütün bu tür kalkışmaları suç sayan TCK’nun 309. ve devamındaki maddeleri pratikte etkisiz hale getirmektedir.
Bir diğer husus da devletin resmi istihbarat birimleri haricinde, askeri birliklerin kendi içyapılarında istihbarat biriminin mevcut olup olmadığıdır. EMASYA Protokolü ile istihbari faaliyetlerin toplanma merkezinin EMASYA birlikleri olduğu bilinmekte idi. Bu Protokol kalktıktan sonra istihbari faaliyetlerin sürdürülmesinde inisiyatifin askeri birliklerden sivil birimlere aktarılıp aktarılmayacağı ya da ne oranda aktarılacağı hususu belli değildir. Çünkü yürütülen bütün bu faaliyetler, tamamen gizlilik içerisinde sürdürülmektedir. Siyasi iradenin bu konuda lüzumlu hukuki düzenlemeleri yaparak, istihbarat toplama yetkisini askeri güçten alarak sivil kesime aktarması gerekmektedir.
SİYASETE DÜŞEN SORUMLULUK
Demokratik bir hukuk devletinde “bir ülke için ‘iç tehdit’ nedir, bunlar nasıl bertaraf edilir”; bunu tayin edecek iradenin başta TBMM olmak üzere siyasi irade olması gerekir. Oysa hâlâ ülkemizde askeri bürokrasi neyin “tehdit” olduğunu bizzat kendisi belirlemekte, her türlü istihbarat bilgilerini toplamakta, toplumsal olayları kendisi değerlendirmekte, bütün bunları yaparken de hukuki kıstaslardan ziyade, “iç güvenlik”, “iç düşman” ve “iç tehdit” dokümanlarını kullanmaktadır. Bütün bunların, demokratik hukuk devleti ile bağdaşırlığı bulunmamaktadır; tamamen askeri vesayet zihniyetini yansıtan uygulamalardır.
Ülkemizde demokratik bir hukuk devleti bütün kurum ve ilkeleri ile tesis edilmek isteniyorsa, EMASYA Protokolünün iptal edilmesine ilaveten, TSK İç Hizmet Kanununun 35. maddesi değiştirilerek TSK’nin esas görev olarak dış savunmaya odaklanmasının sağlanması; iç güvenliğin tesisi konusunda asıl unsur olmaktan çıkarılması; bu hükmün, TSK’nin hiçbir şart altında kendisini, inisiyatif alarak demokrasiye son verme konusunda yetkili görmesini kesin kes ortadan kaldıracak hale getirilmesi; 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu revize edilerek, iç emniyet ve asayişin sağlanması konusunda inisiyatifin tamamen Valilere devredilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde EMASYA Protokolü’nün iptali tek başına çok fazla bir anlam ifade etmeyecek; yarın öbür gün diğer sorunlu alanlar baş ağrıtmaya devam edecektir.
Yenişafak, 06.02.2010