Başlıktaki soruya “hayır, başlatmazdı” diyerek cevap verecekler çoktur. Benim kanaatim aksi yönde: “Evet, PKK şiddeti olmasaydı da başlatırdı” ya da “PKK şiddeti olmasaydı, çözüm kendiliğinden başlamıştı bile” demek daha doğru. Bunu kavrayabilmek için şiddet ve sivil siyaset arasındaki bağı iyi anlamak gerekmektedir.
Temel hak ve hürriyetleri korumayan bir yönetim halkını fiziki ve psikolojik şiddet kullanarak denetim altında tutar, sorgusuz itaat talep eder. Çünkü bu tür ülkelerde devlet örgütlenmesi kamusal çıkarlar (halkın genel çıkarı) için değil dağıtımcı (distributional) elit koalisyonların özel çıkarları için örgütlenmiştir (bkz. Mancur Olson). Bu sistemlerde halkın çoğunluğu kendini siyasal bir bütünlüğün parçası olarak hissedemeyip siyasal sisteme yabancılaşabilir. Siyasal sisteme yabancılaşan insanlar, devletten ekonomik rant sağlayamayan (ya da daha fazla ekonomik rant isteyen) şiddet gücüne sahip gruplar etrafında yeniden örgütlenir ve ülke iç savaşa doğru sürüklenebilir. Bu ülkelerde her türlü caniliği normalleştirmiş İŞİD benzeri örgütlerin çıkması şaşırtıcı değildir. Yanı başımızdaki Suriye’de olanların özeti budur.
Hak ve özgürlükleri koruyan bir devlet ise büyük ölçüde kamusal çıkarlar için örgütlenmiştir ve özel çıkarlara yönelik pozitif siyasi ayrımcılık istisnai bir duruma indirgenebilmiştir. Bu tür ülkelerde kamusal düzenin devamlılığı devletin şiddet kullanma yeteneğinden çok, halkın siyasal yönetimin kendi çıkarına çalıştığına yönelik inancına dayanır. Ayrıca devlet şiddetine alternatif oluşturabilecek diğer şiddet potansiyeline sahip grupların da ülkenin ekonomik ve siyasi süreçlerine dahil edilerek sivilleşmeleri sağlanmıştır. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri ile sonradan anayasal devletler kategorisine girmeyi başaran Japonya ve Güney Kore bu tür devletler arasındadırlar. Bu ülkelerden İŞİD çıkmaz. Çünkü siyasi ve ekonomik özgürlük korunduğu için, bireyler ve gruplar hem vatandaş olma onurundan hem de çalışarak üretmek ve zengin olma zevkinden mahrum bırakılmamışlardır.
Bir de bizim gibi “gelişmekte olan” ülkeler vardır ki, durumu en belirsiz olan kategori budur. “Gelişmekte olan” sıfatı her ne kadar ekonomik gelişmişlikle ilgiliymiş gibi kullanılsa da gerçek bundan farklıdır. Gelişmemiş ülkelerin henüz geliştiremedikleri şey anayasal yönetimdir, yani devlet bütün vatandaşlarının hakkını ve hukukunu değil ancak bazı ayrıcalıklı vatandaşlarının hakkını ve hukukunu korumaktadır. Bu tür vatandaşlara Türkiye’de “Beyaz Türk” dendiğini hatırlarsak mesele daha açık hale gelir sanırım. Zenginlik yaratmak kolaydır. Tek ihtiyaç duyulan şey insanların zenginlik yaratmasına izin veren ve zenginliği koruyan merkezi bir devlet örgütlenmesidir. Zor olan ise zenginlik yaratmaya izin verecek ve onu koruyacak devleti kurmaktır.
Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’de şiddet kullanmanın yaratacağı sonuç hiçbir zaman şiddet kullanan taraf için daha fazla sivil ve siyasi hak ve özgürlük olamaz. Çünkü böyle kurumsal mekanizmalar henüz geliştirilemedi. Şiddet, hele ki PKK terörü gibi yoğun fiziki baskı ve şiddet, zayıf anayasal yönetimi daha fazla denetimsiz olmaya zorlar ancak. Şiddet daha fazla şiddeti doğurur. PKK da zaten siyasi hak ve özgürlük peşinde değildir. PKK’yı yöneten grupların hedefi bir tür şiddet yaratma şirketine dönüşmüş olan PKK’yı daha kârlı hale getirmektir. Bunun için PKK çetesi önce fiziki ve psikolojik baskı ve şiddet kullanarak Kürtlerin desteklerini konsolide etme çabasındadır, sonra ise Türkleri sistematik olarak tehdit ederek Türkleri Kürtlere karşı şiddete baş vurdurmaya çalışmaktadır.
Baştaki soruya dönecek olursak, çözüm sürecinin “mucizevi” bir şekilde başlaması PKK şiddetinin değil, aksine orta sınıflaşan Sünnilerin daha anayasal bir yönetime olan ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır. Bu büyük kitlenin Türk siyasal ve ekonomik sistemine daha fazla entegre olma çabası dolaylı olarak Kürt probleminin çözümü yönünde bir örgütlenmenin doğmasına sebebiyet vermiştir. Çünkü kontrol edilemeyen şiddet anayasal bir devlet kurmanın önündeki en büyük engeldir. Ama Türkiye’de Ak Parti öncesi çoğu siyasal elit anayasal bir yönetim istemediğinden PKK şiddeti ne derece ağır olursa olsun bir çözüm süreci başlatılamıyordu. Yani Kürt sorunu anayasal açıdan Türkiye’nin en büyük sorunu olmak beraber, “orta sınıflaşan” Sünnilerin siyasal ve ekonomik sisteme entegrasyon mücadelesi olmadan çözüm sürecinin de hiçbir pratik anlamı yoktu.
PKK şiddeti olmasaydı şüphesiz Kürt siyaseti, açığa çıkmaya başlayan demokratik siyaset çerçevesinde özerk siyasi hareketler olarak örgütlenebilir ve daha fazla sivil ve siyasi hak için barışçıl yollarla mücadelelerini sürdürebilirdi. PKK şiddeti karşısında dahi barış iradesini göstermiş olan AK Parti yöneticilerinin, bu şiddetin yokluğunda Kürtlerin anayasal taleplerini çok daha rahat bir şekilde sisteme entegre edeceklerini ileri sürmek hiç de zor değildir. Ancak açığa çıkmıştır ki PKK iki genel yöntemle Kürtlerin demokratik siyasete katılımını engellemektedir. Birincisi HDP dışında etkili bir siyasi partinin ortaya çıkmasına zor yoluyla engel olmaktadır. İkincisi HDP’nin özerk bir şekilde siyaset üretmesine engel olmaktadır. Bu ise mevcut demokratik siyasal kurumların Kürt siyasetçiler tarafından halkın gerçek istekleri doğrultusunda kullanılmasına mani olmaktadır. Demokratik siyaset adeta PKK’nın propaganda aracı haline getirilmek istenmekte ve bunun da ahlaki olarak üstün bir tutum olduğuna inandırılmaya çalışılmaktayız.
Bu sebeple, çözüm süreci, siyasilerin ya da vatandaşların PKK şiddetinden korkmasından dolayı değil, aksine PKK şiddetine rağmen, AK Parti tabanının ve elitlerinin barışa duydukları ihtiyaçtan doğmuştur. AK Parti’yi fütursuzca savaş çıkartmakla suçlayanların barışa ve savaşa kimin neden ihtiyaç duyduğunu anlayamadıkları açıktır. Bu kişilerin çoğunun ise solun şiddetperestliğine kapıldıklarını ve şiddetin garip bir şekilde sözde “özgürleştirici” gücüne “iman” ettiklerini üzülerek görmekteyim. Umarım siyasilerin barışa sahip çıkma iradesi PKK çetesinin savaş çıkartma motivasyonuna üstün gelir ve anayasal gelişmemizi, Türkler ve Kürtler, Türkiye vatandaşı olarak PKK’nın mağlup edilmesi üzerine inşa etmeye başlayabiliriz.