Başbakan Erdoğan’ın kurmaylarına verdiği “Dershaneleri bitirin” talimatının hemen ardından, 18 Ağustos 2012 tarihinde şöyle yazmıştım:
“Ben bu yasaklamaya, pratik sonuçlardan ziyade, özgürlükler meselesi olarak bakılması gerektiğini düşünüyorum. Zira Erdoğan’ın ‘bitirin’ dediği şey, hür bir toplumun olmazsa olmazlarından olan girişim özgürlüğünün ‘bitirilmesi’dir.
1982 Anayasası’nın ‘Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti’ başlıklı 48’inci maddesinde kapı gibi ‘Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir’ hükmü var. Bu hüküm girişim ve ticari faaliyet serbestisini düzenliyor. 48’inci maddenin gerekçesi konuyu daha da açıklığa kavuşturmak için ‘Hürriyet temeline dayalı bir toplumda irade serbestliği çerçevesinde ferdin sözleşme yapma, meslek seçme ve çalışma hürriyetlerinin garanti olunması tabiidir’ diyor.
Kanun koyucunun anayasal bir hak olan girişim özgürlüğünü kısıtlayabilmesi için, bu kısıtlamanın ‘kamu yararı’na olduğunu ortaya koyabilmesi gerekir.
Dershaneler, gençliğe kötü alışkanlık edindiren, ruh ya da beden sağlığını bozan bir üretim yapmıyorlar ki, senin ‘kamu yararı’ gereği girişimcilik hakkını kısıtlama hakkın doğsun. Eğer insanlar çocuklarına yatırım yapmak için para harcamak istiyorsa harcar; onların keselerini onlar adına düşünmek de hükümete düşmez.
Dolayısıyla bu yasaklama açıkça anayasa ihlalidir.
Bakalım, dershane sahiplerinden kararı Anayasa Mahkemesi’ne götüren olacak mı…”
Bu yazıdan iki yıl sonra dershaneleri kapatan yasa, CHP tarafından, hem anayasanın eğitim hakkını düzenleyen 42. Maddesi açısından hem de girişim özgürlüğünü teminat altına alan 48. Maddesi açısından anayasaya açıkça aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü.
Aslında bu o kadar apaçık bir aykırılıktı ki, bunu görmek için anayasa hukukçusu olmaya da gerek yoktu.
Muhtemelen AK Parti de görüyordu sonucu.
Karşısında iki yol vardı: Ya, Cemaatin dershane zincirinde yer alan kurumların tek tek paralel örgütle organik bağlarını bulup çıkaracak; toplanan paraların ne gibi faaliyetlerde kullanıldığını tespit edecek; okulda öğrencilere yönelik yürütülen endoktrinasyon çalışmalarını, çalıntı sorularla çeşitli kurumlara adam yerleştirme faaliyetlerini, öğrencilerden velilere uzanan ağları ve bu ağların nasıl kullanıldığını bulup çıkaracak; kısacası bunların normal eğitim kurumları olmayıp gizli bir organizasyonun parçaları olduğunu deşifre ederek yargıyı göreve çağıracaktı…
Ya da kolayına kaçacak, kestirme yoldan gidip, uysa da uymasa da demeden yasa yoluyla bütün dershaneleri kapatacaktı…
Hükümet kestirme yolu seçti. Çünkü zamanı yoktu. Paralel yapıyla savaş o kadar şiddetliydi ki, bu yapının omurgası ve başlıca finansman kaynağı olan dershanelere ne yapıp edip ciddi bir darbe vurmak ihtiyacındaydı.
Sonrasını sonra düşünürdü…
11 Haziran 2014’te, yasanın Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi üzerine yazdığım yazıda şöyle demiştim:
“ … (Hükümet) acil bir siyasi ihtiyacını yasa biçimine sokup Meclis’ten geçirmenin ‘iktidar’ olma hakkının bir parçası olduğunu zannetti. Eğer Cemaat’in dersanelerinin yetişen nesiller için sakıncalı ve hatta tehlikeli olduğunu düşünüyorsa, bu kurumlarla mücadeleyi fikri-siyasi-ideolojik platformlarda vermesi gerekirken; ‘sorunu’ kestirme yoldan, çoğunluk olma ve yasa yapma gücüne dayanarak bitirmeye çalıştı.
Şimdi bunun yanlış bir yol olduğunu görecek. Zira bu yasanın Anayasa Mahkemesi’nden döneceğine kesin gözüyle bakabiliriz.
Dilerim ortaya çıkacak olan bozma kararı hükümetin, iktidarların siyasi ihtiyaçlarını hukuki bir metin haline getirmesinin her zaman mümkün olmadığını; bu yönde denemelerin de iktidarı yıpratmaktan başka bir işe yaramayacağını anlamasına katkıda bulunur.
Bozma kararıyla yüz yüze geldiğinde de, suçu yine Anayasa Mahkemesi üyelerinin üstüne atmak; onların kariyer planlarını, politik duruşlarını sorgulamak ya da yargı vesayetinden bahsetmek yerine dönüp kendisine bakmayı akıl eder.”
Ne yazık ki, AYM’nin bozma kararının ardından yapılan açıklamalardan bu aklın hâlâ kazanılamadığını, AK Partililerin ilk tepkisinin tam da benim korktuğum gibi olduğunu gördük.
AK Parti milletvekili Aydın Ünal’ın sıcağı sıcağına yaptığı açıklamaya bakın:
“Darbe ürünü Anayasa Mahkemesi bir kez daha siyasi karar vererek TBMM’yi, siyaseti ve milleti yok saydı. Dershane kararı millete darbedir.”
Ben daha ne diyeyim…
Akşam gazetesi, 16.07.2015