Bu yazıyı yazmaya beni teşvik eden, sosyal medyada karşıma çıkan aşağıdaki iki caps. Capslerde resmi olan kişiler bu sözleri söylemişler midir bilemiyorum. Birinin önce militan devrimci, sonra koyu İslamcı bir şair olması, diğerinin Türkiye İşçi Partisi’nden yeni milletvekili adayı olması, direkt olarak böyle bir sözü söylememiş olsalar bile, bu görüşte olduklarına dair bir kanaat oluşturuyor. Gerçekte de toplumumuzun kahir ekseriyetinin bu sözlerde ifade edilmeye çalışılan görüşte olduğunu görüyoruz.
Sadece yukarıdaki görsellerdeki sözler değil, kültürümüzde de paranın ne kadar şeytani bir şey olduğuna dair belki yüzlerce söz söylenmiş. Hâlâ da yenileri üretilmeye devam ediliyor. Mesela “Para ile insan ilişkisi aynen şöyledir: İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın”, “Paranın öldürdüğü ruhlar, demirin öldürdüğü bedenden daha çoktur” vb.
Eminim bu yazıyı okuyanların hafızasında bu sözlerden onlarcası da hazır halde kayıtlıdır. Her lazım olduğunda da biri çıkarılır ve kullanılır. Tabiî bilgi ve algı en baştan yanlış olunca, o temelin üzerine bina edilen fikirler de sonuna kadar yanlış oluyor.
Bu tür sözlerden anladığımız, kültürümüzde, insanların, hayatlarında ulaşmaya çalıştıkları hedefin salt “para” olduğu zannı veya kabulü var. Söylenmek istenen de, parayı elde etmek için yapılan uğraşın çok matah bir uğraş olmadığı, hatta utanılacak bir fiil olduğu zannı, sanrısı. Bu tür sözlerle aslında insanlara tavsiye edilen şudur: “Para elde etmek için ne kadar çalışmazsanız, o kadar erdemli, ulvi, kaliteli insan olursunuz”. Sanki burada, insanların ihtiyaçları olan yeme, içme, barınma vb gibi şeyleri elde etmenin yanında bir de tabiatta kıt miktarda var olan “para” diye başka bir şeyin elde edilmesine olan fiilden bahsediliyor gibi. İnsanların uzanması zor olan bir yerde, üzeri boyalı kâğıtlar var. O kâğıtlar hem her kapıyı açıyor hem de insanın kalitesini bozuyor. Ama insan da hep o kağıtları eline geçirmek için uğraşıyor. Böylece de toplum gitgide bozuluyor.
İnsanlar parayı (meşru olandan bahisle) ne yaparak ele geçiriyorlar? Bu sorunun cevabı çok basit ve herkes de biliyor. Bir başka insanın bir ihtiyacını karşılayarak, o insandan, o insanın da daha önce bir başka insanın bir ihtiyacını karşılayarak elde ettiği paradan kendi hak ettiklerini alıyorlar. Bu fiil de mutlaka gönüllü bir mübadeleyle oluyor. Örneğin; bir kişi, un, şeker ve yağı ateşin üzerinde karıştırarak bir helva yapıyor ve o helvayı ikram etmek için o günkü bir cenaze sahibi, bir düğün sahibi, bir hayırsever veya müşterilerine satmak için bir lokanta sahibi alıyor. Bu alışverişte para, 1 kg. yağın, 2 kg. unun, 3 kg. şekerin toplamına ödenmiyor. Onların parasını, helvayı yapan o malzemeleri üretene önceden ödemişti. Helvacı parayı, bu üçünü uygun ısıda, uygun sürede, uygun ölçüde karıştırmanın karşılığının bedeli olarak tahsil ediyor. Yani, başkasının ürettiği malzemenin üzerine eklediği ‘katma değer’in karşılığını, o an için para olarak tahsil ediyor. Malzemenin toplam bedeli 100 lirayken, helvanın toplam bedeli 250 liraysa şayet, işte o helvacı 150 lira paraya tekabül eden (para kazandı değil) bir artı değer (para) üretmiştir.
Hayat, dünyanın her yerinde ve her zaman işte böyle dönüyor. İnsanlar, kendileri bu dünyada yaşamak için, başkalarının ihtiyaçlarını görecek bir şeyler üretmek zorundadır. Bu üretimin karşılığı illa para olmak zorunda da değildir. Nitekim tarihin ilk safhalarında, para yerine tuz, deri, deniz kabuğu gibi malzemeler kullanılmıştır. O günkü insan için “deniz kabuğu insanın ahlâkını, kalitesini, bozar” demek ne kadar saçmaysa, bugün de para hakkındaki bu tür sözler o kadar saçmadır.
Yine bizim kültürümüzde, “o kadar çok niye çalışıyorsun, parayı öbür dünyaya mı götüreceksin” diye ve benzeri birçok söz var. Aslında bu sözde zımnen, bir başkasının ihtiyacını karşılayacak bir şeyler üretmenin kötü, beyhude, yanlış olduğuna dair bir anlayış var. Bir an için, bu sözlerde verilmek istenen mesaja tüm insanlığın uygun davrandığını düşünelim. Yani fırıncı ekmek yapmıyor, berber saç kesmiyor, terzi elbise dikmiyor. Çünkü karşılığında alacakları para kötü. Böyle bir durumda insanlık daha huzurlu ve müreffeh mi olurdu? Herkesin zenginliği daha mı optimal olurdu? İnsan denen yaratık daha mı ahlâklı, kaliteli olurdu?
Bir ihtimal de şu denilmek isteniyor olabilir: “Kendi tüketebileceğinden veya kendi ihtiyacını karşılayabileceğinden fazla üretme, dolayısıyla da tabiatı tüketme” Bu beklenti ilk anda insanlara hoş gibi gelebilir. Ama yine hayal kuralım. Fırıncının, kapısına gelip ekmek almak isteyenlere “ben bugün kendi ihtiyacım kadarını karşılayacak ekmek ürettim ve sattım, üretimi yarına kadar durdurdum”, Berberin, “3 traş yaptım, bana yeter, bugünlük kapatıyorum”, Terzinin, “zengin birine diktiğim elbiseden elime geçen para bana 10 gün yeter, 11. gün gelirseniz size elbise dikebilirim” dediğini varsayalım. Böyle bir ortamın neler getireceğini düşünebiliyor muyuz?
Çabayı açıklamak için kullandığımız mefhum baştan yanlış olunca, gerisi de ister istemez yanlış oluyor. O mefhum “kazanma” tabiridir. Kazanma, bir başkasının elindeki var ve hazır olan bir şeyi elde etmek için, kendi inhisarına geçirmek için yapılan (belki meşru/gayrimeşru her türlü) faaliyeti ifade eder. Örneğin kumarda, bir başkasının cebindeki parayı eline geçirme faaliyetinin sonucuna “para kazanma” denir. Bir başkasını kendi tarafına çekme faaliyetine, “adam kazanma” denir. Piyangodan para çıkmasına “ikramiye kazanma” denir. Ama insanların, bu sözlerde bahsedilen “para peşinde koşma” faaliyeti için asıl kullanılması gereken tabir “para (katma değer) üretme”dir. Şimdi, yazının konusu olan bütün sözlerdeki “para kazanma” tabirini “değer/para üretme” tabiriyle yer değiştirelim. Artık bu tür sözler, diğer insanların nezdinde kabul edilebilir, söylenebilir olur mu?
Not: Yazı fazla uzamasın diye, “para”nın aslında ne olduğu, “para” diye bir şeyin gerçekte var olup olmadığı konusuna girmedim.