Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Türkiye her yönü ile tuhaf bir ülke. Hemen hiçbir konuda ortak bir vasatımız yok. Uçlarda gezmeyi seviyoruz ancak bu gezmelerimizin genelde maddi bir altyapısı yok. Var olduğunu sandığımız altyapı da çoğu kez hayal mahsulü ve maddi-manevi bir zemine bağlı değil. Kendi kendimize ürettiğimiz bilgilere büyük bir itikatla bağlıyız ve aksi bizim için mümkün değil. Ve daha sancılısı çoğu kez ileri sürdüğümüz kanıtların yanlışlığı veya zayıflığını çok iyi biliyoruz ama bu bilişimiz tutumumuzu değiştirmiyor.

Dünyaya ve olaylara bu yüzden çoğu kez basmakalıp bakıyoruz; Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e baktığımız gibi. Gerçekler, daha doğrusu aslında o gün/an/zaman ne olduğu bizi pek de ilgilendirmiyor. Kafamızdan biçtiğimiz gömleği uysun uymasın o gün/an/zamana giydirmeye çalışıyoruz. Gömleğimizin kolu uymamış, yakası kapanmamış, beli açık kalmış vs. bizi enterese etmiyor. Üstüne üstlük kendi ürettiğimiz garabete de hayranlıkla bakıyoruz. Çünkü hepimizin aynaları bozuk olduğu için aynadaki garabeti normal sanıyoruz.

Teorik olarak devlet yönetimleri okullarda monarşi-oligarşi-teokrasi-cumhuriyet diye öğretilip sonra da birini birine tercih etmemiz istenir; daha doğrusu cumhuriyet güzellemesi yapılır. Hâlbuki bu kategorilerin hiçbirisi bize nasıl yönetildiğimizle ilgili ipucu vermez; daha çok kim/kimler tarafından yönetildiğimiz ve bunların meşruiyetini nereden aldıkları ile ilgili ipucu verir.

Bugünkü gelişmişlik düzeyimiz ile gerçek manada demokratikleşememiş, insan hak ve özgürlüklerine yeterince saygı gösteremeyen, vatandaşına insanca yaşayacak olanakların önünü açmayı beceremeyen bir monarşi ile bir cumhuriyet arasında tercih yapılabilir mi?

Devlet başkanının kan yolu ile gelmesi ya da halkın oyuyla seçilmesinin pratikte halk için ne önemi olabilir ki? İçerik yoksa…

Bir zamanlar Irak Cumhuriyeti Devlet Başkanı Saddam Hüseyin belirli aralıklarla düzenlenen seçimler de sürekli olarak yüzde 99 oy alarak makamını meşrulaştırıyordu ama İngiltere Kraliçesi ya da Hollanda Kralı’nın böyle bir mizanseni bile yok. İngiltere ve Hollanda halkına yazık, devlet başkanlarını seçemiyorlar mı diyeceğiz?

Saddam seçilmiş kraldı, Suud Kralı ise kan yoluyla geliyor. Bütün yetkilerin tek elde toplandığı bir düzen var; fark birisinde bir tek parti (tek lider önderliğinde) kliği egemen, diğerinde ise bir aile klanı. İkisinde de adı konmamış ama herkesçe bilinen ciddi bir oligarşi ve güç odakları arasında paylaşım mevcut. Suriye konusunda düştüğümüz tuzak da bu değil miydi? Esed yönetimi azınlığa dayanıyor diyerek bölgeyi ne kadar az anladığımızı hep birlikte gördük. Sonuç, yüzbinlerce ölü ve milyonlarca mülteci olarak önümüzde duruyor.

Nereye mi gelmek istiyorum? Son haftalar karşılıklı olarak bazı kesimlerce Lozan tartışmaları ile başlayıp 29 Ekim münasebeti ile Cumhuriyet ve Osmanlı tartışmaları arasında geçti; ama daha iyi bir (demokratik-özgürlükçü vb.) Türkiye için fazlaca bir mesai harcanmadı, harcayanları sesi ise kuru gürültüyle boğuldu.

Tartışma babından, başkanlık “isterük” diyenler ile “istemezük” diyenler arasında çok da fark yok. İsteriz-istemeyizi bırakıp; ne getirir ne götürürü bir türlü tartışamıyoruz. Bizi kimin yönettiğine o kadar çok önem atfediyoruz ki, nasıl yönetildiğimiz ve nasıl yönetilmemiz gerektiği konusunda tefekkür bile edemiyoruz.

Acı ama gerçek, bugünkü entelektüel kapasite ve seviyemiz ne Osmanlı’nın son ne de Cumhuriyet’in ilk dönem aydınlarının seviyesinde değil. Dün de çok hata yapıldı, bugün de yapılabilir ama bugün tartışma adabının bile doğru dürüst oluşmadığı bir süreç yaşıyoruz. Ülkece büyük bir badire atlattık ama bu bile aklımızı başımıza getiremiyor. Adalet ve özgürlüğün ne denli önemli olduğunu, bu ülke için farklılıkların değil ortaklıkların artırılması gerektiğini hala anlayamıyor ve bunun için emek harcamamız gerektiğini kavrayamıyoruz. Vesselam…

Karar, 02.11.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et