Osman Can – Demokrasi Koalisyonu

Referandum sürecinde yöneltilen soruların bir kısmı, CHP’de lider değişikliğiyle birlikte nasıl bir sürecin yaşanacağına ilişkin idi. Gündelik siyasete ilişkin ve kişilerle ilgili bir tartışmaya girmeksizin şu değerlendirmeyi yapmıştım: “Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişikliklerini Anayasaya uygun bulması (ki böyle bir yetkisi de yoktu, Anayasa değişikliklerini Anayasaya uygun veya aykırı görmek gibi bir yetkisi olmadığından yaptığı denetim, açık bir anayasa ihlaliydi), CHP için yeni bir sürecin başlangıcı olacaktır. Artık kurumlar üzerinden ve kurumlara güvenerek siyaset yapma imkânını yitirdiğinden dolayı, CHP tarihinde ilk defa bir siyasi parti olacaktır. Çünkü CHP var olmak ve muhalefet yapmak için halk ile temas kurmak zorunda kalacak. Bu onu kaçınılmaz biçimde dönüştürür.”

Herhalde CHP’de yaşananı başka şekilde anlatmak doğru olmaz. Kuruluşundan bu yana demokrasi, insan hakları ve özgürlük üçlemiyle sağlıklı bir ilişki kuramamış ve yüz yıllık bürokratik vesayetin siyasete yansıyan görüntüsü olduğu izleniminden kurtulamamıştı. Gerçekten de CHP’nin evrensel değerler adına ortaya koyduğu performans oldukça sorunludur. Son Anayasa değişikliklerinde “halkın temsilcileri darbecilerin ürettiği yargı düzenine dokunmasın” diye halka müracaatı ise başlı başına bir trajedidir.

Halkla temas dönüştürür

Kabul edelim ki, CHP’nin geçmişiyle hesaplaşmadığı, bugüne kadar ürettiği veya üretilmesine yol açtığı darbeci sistemin tüm referanslarıyla değişmesine ön ayak olmadığı, hiçbir ayrım yapmaksızın ve hiçbir ideolojik kırmızı çizgiyi ön şart koşmaksızın tüm temel hak ve özgürlükleri değerli ve geçerli gören bir politika benimsemediği, hatta diğer partilerin bu yöndeki politikalarını Türkiye politikası olarak görüp desteklemediği sürece,  demokratikleşmesi mümkün değildir. Partinin halk ile teması onu zorunlu olarak dönüştürecektir. Onu demokratik bir siyasi partiye dönüştürmesi ise Türkiye’nin kazancı olur. Ancak demokratik dönüşümün henüz çok uzağında olduğumuz da bir gerçek.

İttifak tartışmalarında CHP ile birlikte sözü geçen diğer partilerin ortak özelliği darbeci yargı düzeninin değişmesine karşı çıkmalarıydı. BDP ise önemsediği tüm hukuksal sorunların mimarı sayılabilecek bu sistemin değişmesiyle ilgilenmediğini göstererek boykot pozisyonunu aldı. Yani bir bakıma Kürt sorununun bu kadar derinleşmesine yol açan, onu hukuksallaştıran, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına engel olan, kısacası binlerce çoğunluğu Kürt yurttaşımızın yaşamını yitirmesinde hatırı sayılır katkısı olan “darbe” sisteminin değişmesine karşı ilgisiz durma yolunu tercih etti. En azından kurduğu ilgi, farklı siyasal hesaplara ağır basmadı.

Sistem mağdurunun imtihanı

Bu gerçek karşısında tartışma konusu ittifakı demokrasi koalisyonu olarak nitelendirmek oldukça sorunlu bir yaklaşım olur.

Sırf 12 Eylül darbesine karşı olunmakla demokrat ve darbe karşıtı olunmuyor. Demokrasi tercihi 27 Mayıs ile birlikte ortaya çıkan tüm siyasal referanslara ve anayasal düzen tercihlerine karşı çıkmakla anlam kazanır. Bunun da ötesinde, zamanın koşullarında mazur görülebilecek siyasalara ve normatif tercihlerin 2010 Türkiye’sinde artık yer olmadığını kabul edip, ön koşulsuz bir demokrasi ve özgürlük tercihini öne çıkarmakla içerik kazanır. Diğer yandan toplumun bir kesitinin kaygılarını karşılanmasının yolu söz konusu elli yıllık darbe düzeninin daha anlaşılabilir gerekçelerle sürdürülmesi değildir. Bu kesitlerin kendini güvencede hissedebilmesinin yolu, darbeci bir siyasal düzenin tüm antidemokratik kurumları ve uygulama imkan ve araçlarıyla muhafaza edilmesi değil, aksine bunların ortadan kaldırılması ve sistemin tamamen demokratikleştirilmesi olabilir. Demokratikleşmeyi kendi yaşam tarzlarına bir tehdit olarak algılayıp ayrıcalıklı konumlarından hareketle siyasal iktidar talebini dile getirmek ve siyasal düzenin bu ayrıcalıklara göre yapılanmasını arzulamak, 20. yüzyıl faşizmlerini üreten temel dinamiklerdendir. Son tahlilde demokrasinin ve özgürlüklerin değerli olduğunu düşünenlerin bu konuda daha dikkatli davranmasında yarar vardır.

BDP’nin de gözden kaçırmaması gereken bir gerçek, Türkiye’nin henüz normalleşmediği, Anayasa değişikliğine rağmen darbe düzeninin tüm kurumları ve uygulama araçlarıyla birlikte ayakta olduğu gerçeğidir. Bu gerçeği unutup düzene dokunulmamak üzerinden siyaset üretmeye devam eden siyasal aktörlerle ittifak çağrısında bulunması bu nedenle oldukça problemlidir. Çünkü bu yaklaşım sistemin kendini tartışma dışına çekmesi ve sistem dönüşümü isteyenlere karşı mevzi kazanması ihtimalini yaratabilir. Sorunların yalnızca ötelenmesi, sorunları üreten sistemin kendini revize etmesine ve yeni koşullara göre uyarlayabilmesine imkan sağlar. Bunun tüm Türkiye toplumu ve özellikle Kürtler bakımından yaratacağı sakıncalar konusunda en fazla duyarlı olması gereken parti herhalde BDP’dir. Sistemin mağdurları ve özellikle Kürtler, Türkiye toplumunun yakaladığı bu tarihi fırsatın yine sistem taşıyıcıları tarafından yok edilmesinin bir aracına dönüşemez.

Türkiye 2010 yazında tarihi bir referandum süreci yaşadı. Toplumun yüzde 58’i sistemin demokratikleşmesini bugüne kadar engelleyen, darbeci düzenin dokunulmazlığını sağlama uğruna “hukuk” örtüsü altında ideolojik referanslar üreten kurumların yetersiz de olsa değişimini sağlayan Anayasa değişikliğini kabul etti. Bu herhangi bir tercih olmayıp, Türkiye tarihinde hiç olmadığı ölçüde gerçekleşen bir toplumsal mobilizasyonun ürünüydü. Hem bu değişiklikleri tetikleyen hem de kabul edilmesini sağlayan bir aktif siyasi tavır alıştan söz ediyoruz.

Demokratikleşmenin tabanı

Çok daha önemlisi, bu siyasi tavır alışın homojen bir siyasete indirgenemeyişidir. Soldan sağa birçok siyasi akım elbirliğiyle bu siyasi tavra içerik kazandırdı ve başarıya ulaştırdı. BDP’nin toplumsal tabanının ezici çoğunluğunun bu değişimi desteklediği, bir kesimin de “değişiklikler yeni Anayasa ihtimalini engeller” gerekçesiyle “hayır” pozisyonunda yer aldığı gerçeği dikkate alındığında demokrasi koalisyonunun nerede ve hangi siyasi aktörlerle yürütüleceği biraz daha netleşiyor. Bu yüzde 70’lere ulaşan bir toplumsal tabana işaret ediyor.

Ancak, yeni bir Anayasayla demokratik dönüşümü sağlayacak ve otoriter düzenin tüm kurumsal ve ideolojik yapısını sona erdirecek, bunun yerine çağdaş demokrasiler ve evrensel standartlara uygun bir demokratik düzeni inşa edecek bir siyasi tavır alış demokratik olabilir.  Ayrıca bu yaklaşım çağçıl sol ve sosyal demokrat tezlere daha uygun düşer. Demokratik bir düzenin inşası ancak demokrasi tercihini öne çıkaran güçlü bir toplumsal taban ve bu taban üzerinde yükselen güçlü demokratik iradelerle mümkündür. Bu çerçevede demokrasi koalisyonu özgürlükçü demokratik bir anayasa ekseninde ortaya çıkabilecek bir koalisyondan başka bir şey olamaz.

Star-AçıkGörüş, 25.11.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et