Oslo süreci yeniden mi?

Son zamanlarda “Oslo süreci” denen sürecin yeniden başlayacağına dair birçok alamet belirdi.
Gerek iç, gerekse dış dinamiklerin yoğun bir hareketlenme içinde olduğu görülüyor.

BDP’lilerin ABD ziyareti, onun ardından Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti, bunu izleyen günlerde Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’la görüşmesi ve Kürt sorunu konusunda işbirliği atağı… Bu arada Kandil’den Avni Özgürel kanalıyla gelen “PKK yönetiminin Oslo sürecine hâlâ bağlı olduğu ve silahı çözüm olarak görmediği” mesajı…

ABD’nin yeniden devreye girdiği ve PKK’yla görüşmeleri başlatmaya çalıştığı ortada. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay CNNTürk’ten Hande Fırat’a “Silah bırakmaya kadar giden görüşmeler var. ABD başından beri işin içinde” diyerek bunu zaten açık bir biçimde ifade etti.

ABD faktörü, yabancı parmağı alerjisi olanlar için bu girişimi daha baştan karalamaya yetebilir. Benim içinse, parmağın milliyeti değil, neyi amaçladığı önemlidir. Amaçlar örtüşüyorsa ve yabancının parmağı bu amaca ulaşmak için gayrimeşru yollara başvurmuyorsa, ne sakıncası var?

Görüşmeleri kim yürütmeli?

Benim derdim sürecin kimin inisiyatifiyle başladığı değil; hangi kapsamda ve nasıl yürütüleceği… Bu konuda geçmiş deneyimin iyi bir değerlendirmesinin yapılması gerekiyor ki ben henüz bu konuda bir fikir birliği sağlandığını zannetmiyorum.

Birinci Oslo görüşmeleri sonrasında yaşadığımız sorunlara bakınca ben, üzerinde anlaşmamız gereken birinci sorunun, “görüşmeleri kim yürütmeli” sorusu olduğunu düşünüyorum. İkincisi ise, “Neler görüşülmeli, neler görüşülmemeli” sorusudur.

Birinciden başlayalım:

Hemen söyleyeyim ki, bu konuda şimdiye kadar uygulanan yöntem son derece yapmacık bir yöntem. Devlet ve hükümet, terör örgütüyle sözde görüşmüyor, ama kâh MİT kanalıyla kâh Barzani kanalıyla kâh ABD kanalıyla kâh “akil adamlar” denen birtakım arabulucular kanalıyla, aslında bal gibi de görüşüyor.

Dolaylı görüşmelerin yol açtığı komplikasyonları Birinci Oslo sürecinde fazlasıyla yaşadık. Bu garip durum yüzünden, Başbakan bir gün kalkıp “Biz hükümet olarak asla görüşmedik” diyor, ertesi günse “Görüşme talimatını ben verdim” diyor. Görüşmelere katılan PKK, MİT’in kabul etmiş göründüklerinin ertesi gün hükümet tarafından inkâr edildiğini duyunca neye uğradığını şaşırıyor. Ve biz kamuoyu olarak, birtakım görüşme tutanakları basına sızınca, neler görüşüldüğünü duyup afallıyoruz.

Peki bu keşmekeş kaçınılmaz mıdır? Eğer terör örgütüyle görüşmek gerekliyse, neden siyasi irade bu görüşmeleri doğrudan yapmaz da araya birtakım aracılar koyar? Örneğin hükümet tayin edeceği tam yetkili bir heyetle neden yürütmez bu görüşmeleri? Ya da görüşmenin ana hatları konusunda anlaşan partiler neden ortak bir heyet kurup bu heyete görüşme yetkisi vermez?

Terör örgütüyle görüşmek prensipte doğru olmadığı için mi? İyi de araya birtakım aracılar koyduğunuz zaman bu prensibi çiğnememiş mi oluyorsunuz? Bu, herkesin bildiği bir yalandan; topluca katıldığımız bir riyakârlıktan başka ne ki?

Aracıları devreye sokmanın flu ve kontrol edilemez bir alan yarattığını, istenmeyen manipülasyonlara sebep olabildiğini, açıklık ve hesap verilebilirlik ortamını ortadan kaldırdığını, tecrübelerimizden biliyoruz.
Öyleyse eğer Oslo süreci yeniden başlayacaksa, “Kim görüşmeli” sorusunu da yeniden düşünmenin zamanıdır.

Geçmişte kamuoyunun geniş kesimleri, devletin bu görüşmeleri yapmasını anlayışla karşıladığını ortaya koydu. Demek ki, kamuoyu açısından çekinilecek bir durum yok. Yeter ki görüşmeler siyasi iradenin doğrudan sorumluluğunda ve denetlenebilir bir biçimde yürütülsün.

İkinci önemli soruya “Neler görüşülür, neler görüşülemez” sorusuna da gelecek yazımızda girel

 

Bugün, 11.06.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et