Aralık ayının ikinci yarısında Tunus’ta patlak veren ve diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanması bütün Arap dünyasını etkisi altına alan bir “devrimci dalga”ya yol açmış görünüyor. Nitekim, Mısır’da, Yemen, Ürdün ve Bahreyn’de de geniş kitleler ülkelerindeki otoriter rejimlere karşı siyasi özgürlük talepleriyle harekete geçmiş durumda.
Arap dünyasında mevcut baskıcı ve yozlaşmış rejimi değiştirme, onu kendisini reforme etmeye zorlama potansiyeli taşıyan en önemli halk hareketleri şimdilik Mısır’da yaşanıyor. Öyle görünüyor ki, Mısır’ın modern “firavun”u Hüsnü Mübarek tabandan gelen bu baskılara uzun süre dayanamayacak. Bu arada orduyu bu olaylarda tarafsız bir güç olarak sunma, hatta başkaldıran kitleleri sempatizan konumda gösterme çabası da işe yaramayacak gibi görünüyor.
Mısır’ın önemi sadece Arap dünyasının liderliğine soyunmuş, büyük nüfuslu bir ülke olmasından kaynaklanmıyor. Daha önemlisi, Mısır’ın Amerika-İsrail ekseninin Ortadoğu’daki gönüllü temsilcisi olmasıdır. Silâhlı kuvvetler, teknokrasi ve Washington’ın oluşturduğu bir koalisyonun yönettiği Mübarek’in Mısır’ı, Amerika destekli yozlaşmış bir rejim olarak yeni değişim dalgasının mükemmel bir hedefi durumundadır. İlginç olan, bütün bu ayaklanmaların Amerika’nın kayıtsız-şartsız askeri ve siyasi desteğinden yararlanan rejimlere karşı baş göstermesidir. Öte yandan, İsrail’in “güvenliği” de, önemli ölçüde, bu gibi despotik Arap rejimlerinin devamına bağlıdır.
Şimdiye kadar, Arap dünyasındaki baskıcı rejimlerin devamını kolaylaştıran en önemli etken, başta ABD olmak üzere Batıda ve bu arada İsrail’de hakim olan “İslâmi fundamentalizm” korkusu oldu. Bugün de aynı “korku” özgürlük talep eden kitlelerin ayaklanmasına karşı Bazı batılı çevreleri çekingen davranmaya itmektedir. İsrail ve Amerikan yeni-muhafazakârları söz konusu olduğunda ise Arap halklarının özgürlük taleplerine karşı, tabiatıyla, doğrudan doğruya statükoyu destekleme eğilimi ağır basıyor.
Onun için, bu odaklar Mısır’daki ayaklanmada başı çekenin “Müslüman Kardeşler” hareketi olduğu yanlış kanaatini yaymaya çalışıyorlar. Oysa, olayları yakından izleyenlerin gözlemleri bu hareketin motor gücünün Müslüman Kardeşler olmadığını göstermektedir. Öyle görünüyor ki, ayaklanmayı, daha önce de hapishanelerdeki gazetecilerin serbest bırakılması için çalışmış olan “6 Nisan Gençlik Hareketi” adlı mütevazi bir “sosyal medya” grubu başlatmış ve bu girişim kısa zamanda heterojen milyonların katılmasıyla kitleselleşmiştir.
Kaldı ki, Müslüman Kardeşler hareketi de şiddeti reddettiğini ve İslam ile demokrasinin bağdaşabileceğini açıklamış ve seçim kampanyaları yürütmüştür. Şüphesiz, Müslüman Kardeşler Mübarek-sonrası Mısır’da etkili olacaktır, ama belirleyici rol onlara ait olmayacaktır. Öyle görünüyor ki, bu rolü yükselen lâik orta sınıflar üstlenecektir.
Yine de bu, Mısır’da ve diğer başkaldıran ülkelerde baskıcı rejimlerin yerini özgürlükçü-çoğulcu demokrasilerin alacağının garanti olduğu anlamına gelmiyor. Bu başkaldırıların nasıl bir rejimle sonuçlanacağı şimdilik belli değildir. Ama bunun nedeni, Arap halklarının ve bu ülkelerdeki muhalif hareketlerin “demokrasi kültürüne aşina olmamaları” veya bu konudaki tecrübesizlikleri değildir. Mesele şu ki, bu gibi halk hareketlerini statükoda kimi “makyaj” değişiklikleriyle sonuçlanacak şekilde manipüle etmekte mahir oportünist güçler her yerde vardır.
Arap dünyasındaki bu başkaldırı dalgası kimilerinin dediği gibi “halkla hakim sınıflar arasındaki ezeli savaş”ın bir işareti midir bilmiyorum, ama “devrimci” olsun olmasın bu dalganın Arap dünyasında işlerin alışılmış gidişatını hatırı sayılır derecede değiştireceğine de şüphe yok.
Star,05.02.2011