4 Kasım günü Zaman Gazetesi kaynaklı bir haber düştü sosyal medyaya. Habere göre, Ak Parti’nin Kızılcahamam kampında partililere seslenen Başbakan Erdoğan’ın, üniversitelerdeki yurt sorunu kapsamında konuşurken, ‘bazı şehirlerde yurt yetersizliği nedeniyle öğrencilerin kızlı erkekli olarak aynı evlerde kaldıklarını, bu durumun partinin muhafazakâr yapısına ters olduğunu, bu konuda gerekli denetimlerin yapılması için talimat vereceğini’ beyan ettiği ifade olunmuştu. Haber sosyal medyaya düştükten sonra adeta yeni bir özel yaşama müdahale krizine neden oldu. Akabinde parti içerisinden ve başbakanlıktan habere yalanlama geldi. Önce ‘haberin eksik ve konuşmanın bütünü içerisinde bağlamından kopartılarak verildiği, başbakanın evleri denetlemeyeceği, sadece yurtların denetlenmesi ve yurt yetersizliği sorununun çözülmesi için talimat vereceği beyan’ edildi, daha sonra da akşam saatlerinde hükümet sözcüsü Bülent Arınç konuya açıklık getirdi ve söz konusu haberi tekzip etti. Fakat bir sonraki gün meclis grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan, konuya ilişkin olarak ‘söylediklerinin arkasında olduğunu ve bazı şehirlerde kızlı erkekli olarak aynı evde yaşayan öğrencilere dair yetkili mercilere gelen şikayetler üzerine çalışma başlattıklarını, muhafazakar demokrat yapılarına ters olan bu durum hakkında denetleme ve düzenleme yapacaklarını’ beyan etti. Böylelikle alkol düzenlemesi, üç çocuk meselesi ve kürtaj sınırlamasından sonra nur topu gibi yeni bir özel yaşama müdahale krizimiz oldu.
***
Üniversite çağına gelmiş bireylerin büyük bir çoğunluğu hukuken reşittir. Yani tam fiil ehliyetine sahiptir. Reşit olan bir kızla bir erkeğin aynı evde kalmasında hiçbir hukuki engel yoktur. Zira hukuken reşit olan bireyler, hayatlarına dair herhangi bir kararı tek başlarına almaya ehliyet sahibi ve muktedirdirler. Reşit bireyler isterlerse aynı evde kalırlar, isterlerse evlilik dışı yaşam sürdürebilirler ve hatta isterlerse cinsel münasebete girerek evlilik dışı çocuk sahibi bile olabilirler. Bu, devletin, toplumun veya üçüncü kişilerin değil, bizatihi bireylerin kendilerinin sorunudur. Reşit olmayan bir kızla bir erkeğin aynı evde kalması ise, küçüğün cinsel istismarı suçu kapsamına girecek ve yargının müdahalesini gerektirecek herhangi bir fiili durum oluşmadığı sürece, iktidarın veya toplumun değil, o kızla o erkeğin ebeveyninin sorunudur. Başbakanın, kendisini tüm vatandaşların babası gibi konumlandırarak, bireylere ahlaki değer kodlamak istemesi kabul edilebilir değildir.
***
Başbakan Erdoğan’ın ve partisinin muhafazakâr temel üzerinde siyaset yürüttüğü zaten bilinen bir gerçeklik. Öyle ki Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin başarısının kaynağı da kısmen, muhafazakâr yapısına rağmen ülkenin kronik demokratikleşme sorununun çözülmesi bağlamında, muhafazakâr yapının engellerine takılmadan reformist bir politika yürütmesi ve bunda başarılı olmasıdır. Bunun son örneği de demokratikleşme paketi kapsamında andımızın kaldırılmasında yaşanmıştır. Fakat bir partinin muhafazakâr kimliğini, sosyal ve siyasal politikalarına entegre etmesi ne noktaya kadar mümkün olmalıdır? Yani iktidarın ‘politikalarının sınırı’ nedir? Bunun cevabı aslında çok basit; iktidarların tüm icraatlarını, bireysel hak ve hürriyetler sınırlandırır.
***
Bireyler muhafazakâr olabilirler ve hayatlarını muhafazakâr değerlere göre yönetebilirler, buna hiçbir şey denilmez. Başbakan Erdoğan da muhafazakâr bir birey olarak evlilik dışı cinsel ilişkiyi sorunlu bir durum olarak görebilir, buna da hiçbir şey denilemez. Ancak bir iktidar, bireylere muhafazakâr bir yaşam standardı sunma hevesiyle ve bireylerin hayatlarını muhafazakâr değerlere göre yönetme güdüsüyle hareket ederse, faaliyet alanının sınırlarını aşmış, bireysel hak ve özgürlüklere müdahale etmeye başlamış demektir. İktidarların, bireylerin özel yaşamına doğrudan veya dolaylı olarak müdahil olması hukuken mümkün olmayacağı gibi bu konuda ahlaki görüş bildirmesi de oldukça sakıncalıdır. Bu noktada ifade edilmesi gerekir ki, bireysel hak ve hürriyetleri güvence altına alan en temel metinlerden birisi olan BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 12. maddesinde iktidarların, bireylerin özel yaşamına, ailesine, konutuna keyfi olarak karışamayacağını söyler. Öyleyse Başbakan Erdoğan’ın sürekli olarak bireylerin özel hayatına müdahil olma keyfiyetinden bir an evvel vazgeçmesi gerekmektedir.
***
Bu tartışma bağlamında ortaya çıkan bir diğer temel sorun da, Başbakan Erdoğan’ın, her seçim sonrası yaptığı yüreklere su serpen balkon konuşmalarındaki üslubundan farklı olarak, son bir yıldır sürekli şekilde kriz üzerinden siyaset yürütme isteğidir. Başbakan Erdoğan bilerek veya bilmeyerek her geçen gün, netameli mevzulardaki sert söylemleriyle yeni bir siyasi krize neden olmaktadır. Bu nedenledir ki kendisinin iyi bir siyasi danışmana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Başbakan Erdoğan’ın söylemek istediklerini ifade ediş tarzı oldukça sorunlu. Gerilimli meselelerde fikir beyan ederken dikkat ve özen göstermesi gerekiyor. Kemalistlerin ve toplumdaki seçkinci zümrenin sanal korkularına alet olacak söylemlerden olabildiğince kaçınması gerekiyor.
***
Bitirirken;
“Her birey kendi kişiliğinin mutlak efendisidir” der, John Locke. Bireylerin kişiliklerinin efendisi devlet, toplum veya iktidar olamaz.