15 Temmuz darbe girişiminin ardından uygulamaya koyulan OHAL yönetiminin alâmet-i farikalarından biri de, kanun hükmünde kararnameler (KHK’lar) oldu. Bu kapsamda çıkarılan OHAL kararnamelerini birkaç kategoride inceleyebiliriz.
1) İlk kategoride, hem darbe teşebbüsünde bulunulmasında hem bu teşebbüsün bastırılmasında kritik öneme sahip kurumların yapısını düzenleyen ve silahlı bürokrasinin siyasî denetimini güçlendiren kararnameler yer alıyor.
Vesayet sisteminin devamını isteyenler dışında genel bir itirazla karşılaşmayan bu düzenlemeleri prensip olarak ben de destekliyorum. Lâkin OYAK’ın (iştirakçilerinin mülkiyet hakkı ihmal edilmeden) hâlâ tasfiye edilmemiş olması, askerî tedrisatın sivilin (politikacının) üstünlüğünü esas alan bir anlayışla gözden geçirilmemiş olması ve EDOK’un (Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’nın) varlığını koruması, ordunun -27 Nisan’da olduğu gibi- müstakilen basın açıklaması yapabilmesinin önünü kesecek adımların atılmamış (meselâ Başbakanlık veya yeni sistemde Savunma Bakanlığı nezdinde askerî sözcülük makamı ihdas edilmemiş) olması gibi hususların her biri kararname konusu yapılabilirdi, yapılmadı. Üstelik bu saydıklarım, tam da OHAL ilan ediliş gerekçesiyle mütenasip düzenlemelerdi.
2) İkinci kategoride, darbeye katılan ve/veya katıldığı düşünülenler ile FETÖ başta olmak üzere terör örgütleriyle iltisakına hükmedilen kişileri kamu kadrolarından ihraç eden kararnameler yer alıyor. Kamuoyunda büyük gürültü koparan bu kararnamelerle ilgili görüşlerimi, daha aşağıda ayrıca açıklayacağım.
3) FETÖ ve diğer terör örgütleriyle bağlantılı dernek, vakıf, sendika ve benzeri kuruluşlar ile basın-yayın organlarının kapatılmasına, şirketlerin kayyuma devredilmesine hükmeden kararnameler, üçüncü kategoriyi oluşturuyor.
4) İkinci ve üçüncü kategoriye sehven alındığı tespit edilenlere iade-i itibarda bulunan, mağduriyetinin devam ettiğini öne sürenlerin ise itirazlarını incelemek üzere OHAL işlemleri inceleme komisyonu teşkilini öngören kararnameler.
5) Üniversitelere rektör atama usulünün değiştirilmesi, RTÜK kanununda değişiklik, Şeker Kurumu ile Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nun kapatılması, iki yeni ilçe kurulması, Vakıflar Bankası kuruluş kanununda değişiklik, yatırımların teşviki ve cazibe merkezleri, kış lastiği kullanımı… gibi darbeyle, FETÖ veya OHAL süreciyle alâkası olmayan alanlarda çıkarılan kararnameler.
Bu kapsamda çıkarılan kararnamelere prensip olarak karşıyım ve OHAL yetkisinin bu suretle suiistimal edildiği eleştirilerine katılıyorum. Şeker Kurumu’nun kapatılması yerinde bir karar olabilir, ancak bu konuda bir kararname çıkarmaya gerek yoktu. Parlamento çalıştırılmalı ve kanun çıkarılmalıydı.
Bu örneklerde olduğu gibi, OHAL yetkisinin zaman zaman amacı dışında kullanılması FETÖ ve işbirlikçilerinin istismarına açık bir alan yarattı ve diğer kararnamelerin de aynı özensizlikle hazırlandığı algısına zemin oluşturuldu. 125 bini aşkın kamu çalışanının işini kaybettiği, aile ve yakınlarıyla milyonlarca kişiyi etkileyen bir süreçte, bu algıyı yerleştirmek olmadı.
İhraç edilen meslek mensupları
Kamuda çalışma hakkına, belli şartları taşıyan herkes sahiptir. Lâkin herkesin kamu çalışanı olması ne mümkündür, ne şarttır, ne de kamuda çalışmamak bir cezadır. Yeter ki kamu çalışanı olmasanız/olamasanız bile bir hayat kurmanın ve başarıya ulaşmanın yolu açık olsun (Sosyalist ülkelerde olmayan bu idi!)
Kamuda doktor, hemşire, ebe, avukat, öğretmen… kadrolarında çalışırken ihraç edilen kişiler sadece işlerinden olmadı, diplomaları da iptal edildi. Böylece mesleklerini piyasada (özel sektörde) icra edebilmelerinin yolu kapatıldı. Başkaca bir gelir kaynakları ve birikimleri yoksa, bu insanlar maişetlerini çıkarmak için bile FETÖ’ye muhtaç hâle getirildi. Halbuki amaç FETÖ ile bağlarını koparmak ve örgüt içi dayanışmayı/bağlılığı kırmak olmalıydı.
Eğer bu kişiler, haklarında ceza dâvâsı açılmasını gerektiren bir suç işlemedi ve tamamen idarî bir tedbir olarak kamudan atıldı iseler kıdem tazminatları ve sosyal hakları ödenmeli, mesleklerini münferiden veya özel sektör çalışanı olarak icra etmelerinin önü açık tutulmalıydı. Doktorsa, özel bir hastanede çalışabilmeli yahut kendi muayenehanesini açabilmeli idiler, meselâ.
İdarî bir tedbir olarak kamudan diğer ihraçlar
Atilla Yayla’nın Liberal Düşünce’nin 83. sayısı için yazdığı bir makalede de belirttiği (s. 46) üzere, kamu çalışanı olmak ve kalmak için ehliyet ve liyâkat sahibi olmak yetmez, siyasî sadakat ve itaat de gerekir. Sadakat gösterilmesi gereken merci ise, anayasa ve yasalarla kurulan siyasî ve idarî yapıdır.
Darbe gecesi Başbakan’dan aldığı emri yerine getirmeyen komutanlar ve pilotlar (attıkları bombaların isabetinden de anlaşılacağı üzere) işinin gayet ehliydiler. Fakat meşru hükümete değil, Gülen’e ve örgüt içindeki ağabeylerine sadakat ve itaat gösteriyor, onların emirlerini yerine getiriyorlardı.
Mamafih, FETÖ gibi devlete-gömülü bir yapıyı dağıtmak için KHK’larla yapılan ihraçların bir ölçüde zarurî olduğu kanaatindeyim. Lâkin bu ihraçların askeriye, emniyet ve istihbarat gibi devletin kilit (stratejik) kurumlarına ağırlık verilerek yapılmasından yanayım.
Haklarında açılmış bir ceza dâvâsı yoksa, bu suretle işten çıkarılanların kıdem tazminatları ile diğer sosyal hakları da ödenmelidir. Konu AİHM’e taşındığında çıkacak karar da bu cihette olacaktır.
Zan ile hüküm kurulur mu?
Eğer bir ceza dâvâsı söz konusu olsa idi, cevabım ‘kesinlikle hayır’dı.
İdarî iş ve işlemlerde ise alâmet, karine ve kanaatlerden yola çıkarak da hüküm verilebileceği, fakat bu esnada dahi ince eleyip sık dokunması ve kapsamın mümkün olduğunca dar tutulması gerektiği düşüncesindeyim.
Bir misal ile açıklayayım…
Siz işte iken çocuğunuza bakması ve ev işlerine yardım etmesi için bir hizmetkâr istihdam ediyorsanız, ortadan kaybolan para ve mücevheratla ilgili şüpheleneceğiniz ilk kişi muhtemelen o olacaktır. Elinizde onu kodese yollayacak ne delil vardır halbuki, ne de şahit. Gün içinde evinize başka kimse girmemiş/girmiyor iken, hırsızın o olabileceğine dair güçlü ve makul şüpheleriniz vardır, sadece. Evinizin mahremiyeti ve emniyeti gibi hayatî bir konuda içinize kurt düşmüşken hiçbir şey olmamış gibi davranır ve o kişiyle çalışmaya devam mı edersiniz, yoksa onu işten çıkarır ve başka biriyle mi anlaşırsınız? Ben, ikinci yolu seçerim.
Sıradan bir insan için doğru ve makul olan, devlet için niye olmasın? Yeter ki ölçü iyi tutturulsun.
Peki ölçü ne? Bu konuda kesin ve herkesi tatmin edecek bir ölçü tespit etmek çok zor. Ama belli prensipleri ortaya koymak ve bazı usûl kurallarına riayet edilmesini talep etmek mümkün. Karşılaşacağımız her vakayı, bu prensipler ve usûl kuralları çerçevesinde tek tek (münferiden) ele almanın doğru olacağını düşünüyorum.
Sonraki yazıda, FETÖ ile mücadele ederken riayet edilmesi gerektiğini düşündüğüm prensipler ve usûl kurallarını, daha somut örneklerle dikkatlerinize sunacağım.