Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının yarattığı sonuçlardan ikisi tanesi, ağırlıklı olarak Avrupa siyasetinde yanılgıların kabulü ve gelecekle alâkalı yeni durumlara karşı stratejiler geliştirilmesi gerekliliği oldu. Özellikle sert milliyetçi ve reel politik siyasetin dili üzerinden siyasetlerini devam ettirenlerin pek yer almadıklarını varsaydıkları bu tabloda, kıtanın daha genelleştirilmiş olarak “demokrasi” kanadında yer alanlarda öz eleştiriler daha çok göze çarpıyor. Uluslararası ilişkilerin temelini tüm sert gerçekçiliği ile gösteren teorilerinin yeterince itibar görmemesinin maliyetleri, kıtanın İkinci Dünya Savaşından “ilk defa”-ki bu tartışmalıdır- sonra bu kadar ciddi tehdidi yaşamasına neden olmuş olabilir.
Özellikle, sosyalizmin demokrasi içinde eriyerek yeni bir şekil aldığı varsayımları sosyal demokrat Avrupa veya Amerikan liberalizmi -bizdeki benzer tanımı garip bir “sol liberalizm” olan – içinde sıklıkla dile getirilir olmuştu. Fakat sosyalizm ne barışçıl ve özgürlükçü oldu ne de Avrupa beklenildiği kadar güvende oldu. Belki Soğuk Savaş sonrasında dikkatler köktendinci İslamizmin Batı medeniyeti karşısındaki politikalarına odaklandı ama, Batı’nın neredeyse son iki yüzyılı içinde barınan, otoriter-totaliter-kolektivist-militarist siyaset orada durmaya devam etmişti.
Artık üstü örtük dahi olmayan bir tutumla Rusya, Putin ve “Putin bürokrasisi” Sovyet imparatorluğu hayallerini, kurguların ötesine geçirdiler. Batı ile kurdukları pragmatik ilişkiler başka nasıl sonuç verebilirdi? Bu hem imkânsızlıkları ifade eden, hem de yeni ifadeleri arayan bir soru. Sovyetler sonrası Rusya’nın pragmatik adımlarını yapısal olarak görmek bile yanılgının boyutunu anlatıyor. Sosyalizmin ekonomik olarak mümkün olmadığının kanıtlandığı varsayımları sonrası meselenin fayda temelinde değerlendirilmesi ile ortaya çıkan tabloda, siyasette fikrin-ahlâkın nasıl merkezi bir yeri olduğunu görebiliyoruz. Evet, daha az ekonomik kazanç elde ettiklerinde dahi sosyalist otoriter-totaliter ütopyalarından vazgeçmediler. Kesin inançlı ve mutlak olarak sabit fikirli oldukları yerde belki vazgeçemezlerdi de…
Sosyal adalet, eşitlik, paylaşım, kollektif varlıklara verilen önem benzeri kabullerin altında, batı dünyasında da geçerli olan siyasetin özgürlük yaratacağı ve refah temelinde barış ortaya çıkaracağı yanılgısının maliyetleri ile karşılaşmak artık kaçınılmaz mıdır?
Rusya’nın uluslararası enerji ticareti, küresel refah ve barış için miydi? Gazprom Avrupa’yı aydınlattığını Şampiyonlar Ligi’nde gösterirken amacı eğlence kültürü ve ticaretine katılım mıydı? Devamlı olarak ötelenen ve romantik hayallere kurban edilen siyaset yarına daha büyük maliyetler olarak yansıyor.
Putin otoriteryenizminin neredeyse magazinel bir pozitif imaj olarak sergilendiği zamanları hatırlayalım. Bu yöntemler, dinamik, özgüvenli, kararlı ve güçlü olduğu benzetmeleri ile sosyalist totaliterizme belki de hayatını adamış birini özgür fikirler ve yaşamla tanıştırır mıydı? Ticaretin, Putin ve Rusya’nın sosyalist bürokrasisi için özgür bireylerin zenginleşmesi faaliyeti yerine siyasal nüfuzunu ve gücünü arttırma yöntemi olarak kullanıldığının kabul edilmesi çok geç oldu.
Rusya’nın artık fiili olarak Batı dünyasına saldıracağı kabulü ve beklentisi Ukrayna saldırısından yakın zaman önce dile getirilmeye başlandı. Çeşitli askeri uydu görüntüleri dolaşıma çıkarıldı. Hatta bunlar saldırı amaçlı değil, “önlem” amaçlı olduğu yorumları yapıldı. Sovyet imparatorluğu hayalleri “emperyalist saldırı” amaçlı olamazdı değil mi? Batı içinde “Batı dünyasını” dengeleme varsayımları içindeki Rusya kabulü, silahların artık açıkça doğrultulduğunu görmeyi “engelledi”. Batı dünyasındaki, Sosyalist Rusya otoriteryenizmi hakkındaki yanlış inanç ve kabuller sebebiyle, Rusya tarafından atılan adımların askeri sonuçları şimdi daha sert sonuçlar veriyor.
Ukrayna ile başlayan süreç Amerika kıtasına atılacak Putin’in tabiriyle “Durdurulamaz Kıtalararası Füzeler” saldırıları ile devam eder mi? Ukrayna’da istediğini alan bir Rusya’nın doğrudan hedeflerinin güncellenerek devam etmesini beklemek hayalcilik olmasa gerek.
Bir yandan da Rusya’nın Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan “göründüğünden daha az güçlü” olduğu iddiası var. Bunun bir yanıyla doğruyu içerdiğini söyleyebiliriz. Ukrayna’da Rusya’nın çok rahat ve daha hızlı sonuç alacağı varsayımları daha kuvvetli idi. Burada Rusya ciddi bir itibar kaybı yaşadı. Fakat bu itibar kaybı yeni tehlikeleri de beraberinde getirdi.
Bu iddia sonucunda ise, Rusya’nın elindeki doğrudan tek veya en önemli kozun “nükleer silahlar” olduğu dile getirildi. Bu çok kritik bir nokta. Çünkü sıkışan ve çaresiz kalan bir Rusya-Putin olağanüstü adımlar atabilir. Rusya-Putin’in dünyanın nereye kadar daha yaşanılamaz kılınması gerektiği hakkında sert ve sabit fikirleri olduğu üzerine tahminler rahatlıkla yürütülebilir. Toplam bir yıkımın ötesinde, sınırlı ama ciddi zarar verici adımlar tercih edilebilir. Bunların yanında, savaşın Avrupa kıtasında fiili olarak devam etmesinin getireceği maliyetlerin Avrupa’ya büyük zararlar vermesi hedefleniyor olabilir. Bu olasılıkları “güçlü” olarak nitelendirebiliriz.
Rusya’nın saldırılarını Avrupa’ya taşıma ihtimalinde, kendi otoriteryenizmini siyasal olarak Avrupa’ya yayma isteği geri plana atılamaz. Siyasal etkinlik alanının artması, Avrupa’yı kendi içinde otoriteryen rejimlere doğru itebilir. Huzursuzlaşan ve reel olarak olumsuz etkileri hisseden Avrupa’nın kendi içindeki siyaset küresel “barışa” Rusya’dan daha büyük zararlar verebilir mi?
Peki, Rusya’nın kıtalar ötesine kendi gücü kadar geçebilmesi mümkün müdür? Özellikle Kuzey Kore hamleleri ve Çin’i kendi yanında yer almaya ikna etme çabaları Rusya’nın kendi içinde böyle bir ajandasının olduğunu bize anlatıyor. Rusya’nın bu çabasının, kimilerinin romantik hayallerini süsleyen 3.Dünya Savaşı senaryolarını tetiklediği bir gerçeklik. Bunun altından ise, öncelikli olarak Rusya’nın ne kadar kalkabileceği şüphelidir.
Sürdürülebilir bir gerginlik siyaseti ve devamlılaşmış bölgesel askeri çatışmalar bir amaç halinde midir? Bu seçenek daha gerçekçi duruyor. Son zamanlarda Kızıldeniz’de sadece ticaret gemilerine olan “saldırılar” ve Güneydoğu Asya’da yerleştirilmek istenen ABD karşıtı siyaset bize bunun ipuçlarını sunuyor. ABD’nin yeni yönetiminin son günlerdeki “ticari engeller” politikaları tehditlerine biraz bu noktadan bakmakta bir yanlışlık olduğunu söylemek çok zor.
Rusya’nın Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren Ortadoğu siyasetinin içeriği de, süreklileşmiş karşıtlığın askeri alanının genişliğini önümüze daha iyi yansıtıyor. Ortadoğu’yu bırakmak istemeyen ve Suriye’de doğrudan yer alan Rusya, askeri çatışmaların sürekliliğini alevli tutacağa benziyor.
Üstelik Rusya’nın ekonomisinin dayandığı bir askeri-militer-endüstriyel yapı var. Uluslararası ticaretle bütünleşmeyen bir Rusya’nın burayı her zaman aktif ve güçlü tutmak istediğini biliyoruz. Rusya için barış ve çatışmasızlık, geride kalan bir ekonomi olarak okunuyor. Çatışmasızlığın ve askeri “üretimin” eksikliği Rusya’da rejiminin ayakta kalmasını zorlaştırabilir.
Elbette ki konunun en önemli yanlarından bir tanesi uluslararası enerji arzı güvenliği. Rusya bu kartı sürekli oynayacağını gösteriyor. Süreklileşmiş çatışma ve küresel ticarete zarar verme için elindeki enerji fiyatlarını manipüle edebilme opsiyonu Rusya için çok kritik. Enerji tüketimi ve arzının uluslararası boyutu küresel ekonomi politik ve onun ulusal yansımaları konusunda belki de ezber gibi görünen varsayımların ötesine geçmeyi mecbur kılabilir. Enerji üretimi ve dağıtımı otoriter rejimlerin istediği gibi “piyasa” ekonomisinin ötesinde konumlanıyor, konumlandırılıyor. Bunun batı dünyasındaki – hatta Türkiye’deki- yansımalarını gözlemleyebiliyoruz. Enerjinin siyasal gücünün nasıl kullanılacağı sorusu “hiç olmadığı kadar” önemli hale gelmiş diyebilir miyiz?
Rusya’nın nereye kadar gidebileceği sorusuna en kritik yanıtlardan bir tanesi de Çin’in otoriter modernleşme ve ekonomik büyümesinin küresel ticarette ne kadar devam edeceği ile doğrudan bağlantılı. Çin’in, Rusya’ya karşı tüm soğuk savaş dönemine yayılan şüpheciliği ve küresel ticaretten istediği istikrarlı kazanımları devam ettiği müddetçe Rusya’nın en azından Güneydoğu Asya opsiyonuna uzak kalabileceği varsayılabilir. Bu noktada Batı dünyasının atacağı stratejik yanlış adımlar, beklentilerin ötesinde, Rusya’ya çok rahat kullanışlı alanlar açabilir. Hepsinin ötesinde, Çin’in Rusya’yı “gerçek” bir müttefik olarak görmesi sonucunu doğurabilir. En istenmeyen opsiyon olarak ortaya küresel olarak otoriter-totaliter bir blok çıkabilir. Kimi görüşe göre böyle bir blok çoktan oluştu ve üstü örtük adımlarını atmaya devam ediyor. Savaş romantizmlerinin ötesinde değerlendirmelere ihtiyaç duyan bu argümanların önümüzdeki zamanlarda daha güçlü hale gelmesi için Rusya ve Çin’den ortak hamleler bekleyebiliriz.
Savaşın iyi bir “şey” olmadığını anlatmak, barışçıl insanların elinde güçsüz ama önemli bir çaba. Her yerde 3. Dünya Savaşı arzularını yepyeni ve çekici paketler içinde dünyaya sunmaya çalışan romantik yaklaşımların güç kazanmaya başladığını da görüyoruz. Batı dünyasında Soğuk Savaş sonrasında atılmayan-atılamayan siyasal hamleler ve geçici pragmatik siyasetlere verilen alan, umarım kimsenin gelecekteki küresel felaketlerinin başlangıç noktası olmamıştır.