Neden darbeyi destekliyorlar?

Bundan üç yıl önce, 3 Temmuz 2013’te Mısır’da askeri darbe oldu. 29 yıldır cumhurbaşkanlığı yapan sekülerist-Batıcı diktatör Hüsnü Mübarek, Arap Baharı ile devrilmişti. Yapılan seçimlerle İhvanü’l Müslimin’in (Müslüman Kardeşler) desteklediği Mursi, Mısır tarihinde seçimle gelen ilk cumhurbaşkanı oldu. Seçilmesinden yaklaşık bir sene sonra, kendisine karşı yapılan gösteriler bahane edilerek asker tarafından yönetimden indirildi.

15 Temmuz 2016 gecesi askeriye içindeki FETÖ’cü bir grubun önderliğinde, Türkiye’nin demokrasisine kast edildi. Sabaha kadar süren 12 saatlik mücadele sonunda darbe durduruldu ve başarısız bir girişim olarak tarihe geçti.

Bu iki olayın elbette birbirinden çok farklı yönleri ve boyutları mevcut. Ancak üç yıl arayla bu iki ülkede girişilen askeri darbelere karşı Batı basını ve yönetimlerinin büyük kısmının verdiği tepki, ekseriyetle birbirine benziyor. Darbelere karşı duran gazeteci ve yayıncıların hakkını da teslim etmek gerekir. Lâkin darbe gibi çok açık bir demokrasi katli karşısında ilkesel tutum almanın “kolaylığı” dikkate alındığında, bilhassa “ana akım medya”nın ve kimi önemli siyasi yöneticilerin söylem ve tutumları kabul edilir cinsten gözükmüyor.

Batı basını ve yönetimlerinin büyük bir kısmı her iki olayda da, öncelikli olarak darbeye mazeret bulma yarışına girişti. Yerine göre Mursi’nin ve Erdoğan’ın otoriterleştiğini, dini ve siyasi azınlıklara baskı uyguladığını, özgürlükleri tahrip ettiğini, aldıkları oya güvenerek çoğunluk diktatörlüğüne yöneldiklerini söyleyerek askeri müdahalelerin apolojisini yaptılar. Bir nevi, bu liderlerin başlarına geleni (veya geleceği) hak ettiğini söylemiş oldular. Bununla da yetinmeyerek, askeri darbenin hali hazırdaki demokratik yönetimlerle kıyaslandığında hak ve özgürlükler bakımından neredeyse daha iyi olabileceği sanısını yaydılar.

Örneğin Türkiye’de, darbe savuşturulmadan ve tehlike henüz geçmeden, darbecilere karşı kötü muamele, işkence vb hukuksuz eylemlerden uzak durulması çağrılarına giriştiler. Darbeyi gerekçe yaparak özgürlüklerin kısıtlanmasından veya OHAL’den duydukları endişeleri dile getirdiler. Süreçten Erdoğan’ın güçlenerek çıkacağına hayıflandılar. Bu çağrılar, eğer zamanında darbeye açık ve net şekilde karşı durabilseler ve darbenin savuşturulmasına katkıda bulunabilselerdi, anlamlı ve değerli olurdu.

Ne ki, darbecilere ve katliam yapanlara karşı sade suya tirit kabilinden kınamaların ötesine geçmediler; darbe karşısında katı ve kesin tutum almadılar. Darbe karşıtlarının mücadelesine destek vermediler; seslerini duyurmalarına, dünya kamuoyunda sempati ve destek kazanmalarına yardım etmediler. Her şey bittikten sonra yavaş yavaş havanın değiştiğini gözlemliyoruz; lâkin gerçek ortada öylece durup gözümüzün içine bakıyor.

Diğer taraftan, aynı aktörlerin soyut düzeyde ve “ilkesel olarak” darbelere karşı olduğunu; veya başka ülkeler-olaylar söz konusu olduğunda darbe karşıtı halk hareketlerini yüceltip desteklediğini biliyoruz.

Mısır ve Türkiye’de neden bunu yapmadılar? Neden darbeye sempati beslediler, hattâ bir nevi destek oldular?

Bu soruya birçok cevap verilebilir; ancak iki temel nedenin bu sonucun ortaya çıkmasında asıl belirleyici olduğunu düşünüyorum.

İlk olarak, uluslararası arenanın güçlü ülkeleri, devletlerinin ister resmi ister derin yüzleriyle, kendileriyle ittifak veya işbirliği yapan/yapacak kesimleri desteklemeyi tercih ediyor. Reel politika (realpolitik) devreye girince, darbeci veya demokrasi yanlısı olmak pek bir fark yaratmıyor. Söz konusu ülkeler ve bölgelerde stratejik çıkarları ve askeri, ticari, ekonomik hedefleri doğrultusunda operasyonel güce sahip bu devletler, demokrasi yerine diktatörlükleri tercih edebiliyor.

Çünkü demokrasilerde farklı grupların ve güç dengelerinin hesaba katılması; birden çok aktörün, kurumun ve kesimin ikna edilmesi gerekir. En önemlisi de, demokrasilerde yöneticiler kararlarını halka benimsetmek gibi bir “yük” ve sorumluluk altındadır. Operasyonel devletin lehine ama kendi ülkelerinin aleyhine olabilecek kararları kamuoyuna kabul ettirmek meşakkatlidir ve sonuç kesin değildir. Velhasıl, demokratik karar alma mekanizmalarına “takılmak”tansa size muhtaç ve bağımlı bir diktatör veya cunta ile iş yapmayı tercih etmenin, kendi içinde bir rasyonalitesi söz konusudur.

Bu devlet veya hükümetlerin destekçisi olan medya, STK’lar ve şirketler de aynı politik çizginin arkasında hızla sıralanırlar. Söz konusu politikaya yerel ve küresel ölçekte “meşruiyet” devşirmeye ve kamuoyu desteği oluşturmaya girişirler.

Soruya verilecek ikinci cevap, Batı’nın bir kısım aktörlerinin Batı Avrupa ile dünyanın geri kalanına farklı standartlar uyguluyor olduğunda yatıyor. Bu tür tavırları besleyen fikirler ise Eurosantrizm, Oryantalizm, Jakoben laikçilik/Aydınlanmacılık ve en son eklenen İslamofobi olmak üzere dört koldan işliyor.

Bu anlayış Batı toplumları ile Doğu toplumlarının ve bilhassa Müslüman olanlarının, medeniyet seviyesi bakımından Batı ile eşit olmadığı fikrini benimser. İslâm âlemi özgür ve demokratik bir rejimde yaşamaya uygun bir bilinç ve kültüre sahip değildir. Bu insanların demokrasinin sunduğu özgürlük ve hakları lâyıkıyla ve uygun şekilde kullanamayacağına inanılır. Yeterince medeni bulunmayan geniş dindar kesimlerin, “sözde” demokrasiler yoluyla, seküler veya gayrimüslim kesimlere mutlaka baskı uygulayacağından dem vurulur.

Aslında temel kaygı, “yeterince seküler ve çağdaş olmayan” bu toplumların, demokrasi ile yönetilmeleri durumunda “yanlış tercihte” bulunarak, çağdaş-seküler olanlar yerine dindar-İslamcı partileri başa getirecek şekilde oy kullanmalarıdır.

Velhasıl bu Batılı aktörler, demokratik yollarla gelmiş, lâkin dindar veya dini hassasiyetlere sahip lider ve yönetimler yerine, çağdaş ve sekülarist olmak kaydıyla her türlü askeri darbe ve diktatörlüğü desteklemeyi tercih ediyor.

Dindarların demokrasiyi pratik etmesindense, Batı tipi bir yaşam biçiminin askeri diktatörlükler eliyle korunması ve dayatılmasını ehven-i şer görüyorlar. Çağdaş ve sekülarist askeri cuntalara veya diktatörlere, demokrasiye ehil görmedikleri Müslüman kesimleri terbiye etme misyonunu ihale ediyorlar.

Nihayetinde ise, İslam dindarlığı karşısındaki önyargı ve ürküntüleri, onları savundukları temel ilke ve değerleri hiçe sayarak demokrasi yerine askeri darbeleri destekleme konumuna düşürüyor.

Neden darbeyi desteklediler sorusuna yukarda vermeye çalıştığımız ilk cevap, ahlâken doğru olmamakla birlikte, realpolitik içinden bakan biri tarafında anlamlı bulunabilir. Zira söz konusu aktörler, bunu kendi ülke çıkarları için yaptıklarını söyleyecektir.

İkinci grupta yer alanların içine düştüğü ahlâkî ve entellektüel hal ise daha acınası. Hem özgürlük, insan hakları ve demokrasi savunucusu olduğunu söyleyip hem de apaçık bir demokrasi karşıtı girişime sempati duyma veya destek vermenin, ister içerden ister dışardan bakılsın, izah edilebilir veya anlaşılabilir bir tarafı yok. Müslüman toplumlarda gelişen ve büyüyen Batı ve demokrasi karşıtlığının asıl müsebbibi de büyük ölçüde bu kesimler.

Batı yönetimlerinin ve medyasının tutumu çok mu önemli?

Evet, önemli. Çünkü dünya üzerinde operasyon yapabilme, olaylara yön verebilme ve ülkelerin kaderini etkileyebilme güç ve imkanına sahipler. Bu yüzden, 15 Temmuz demokrasi hareketini iyi anlatacak etkili bir iletişim ve halkla ilişkiler çalışmasına girişmek, Batı ve dünya kamuoyunun desteğini elde etmeye çalışmak gerekir.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et