Mısır halkı Erdoğan’ı bağrına bastı. Tahrir kahramanlarının Erdoğan için sergilediği o coşkulu karşılama, daha da genelde Ortadoğu’yu kasıp kavuran Erdoğan hayranlığı birçok zihinde o malum karşılaştırmayı gündeme getiriyor yine: Erdoğan-Nasır benzetmesi…
Ortadoğu halkları Erdoğan’ı, Mısır’ın efsanevi lideri Nasır gibi mi seviyor?
Yoksa başka özlemlere karşılık düşen başka türlü bir sevgi mi bu?
Bu sorunun cevabı yakın geçmişte de çok tartışıldı. Erdoğan’ın tıpkı Nasır gibi mazlum Ortadoğu halkları için “kimsesizlerin kimi” olduğu söylendi. Buna karşılık, Nasır’ın Erdoğan’dan ziyade Atatürk’ün emperyalizme karşı bağımsızlık ve ülkeyi modernleştirme hareketinden esinlenen bir lider olduğu da belirtildi. Gerçekten de hem tarihi olarak baktığımızda hem de izlenen ideolojik-politik çizgiyi tahlil ettiğimizde, Afganistan’da Kral Emanullah’tan İran’da Rıza Şah’a, Tunus’ta Habib Burgiba’ya ve Mısır’da Nasır’a kadar uzanan bu liderler kuşağının Türk ulusalcılığının Ortadoğu’daki devamı olan Arap ulusalcılığının temsilcileri olduğunu görürüz. Onların esin kaynağı Milli Kurtuluş Savaşı, idolleri de Atatürk’tü. (Bu esinlenme Türk ulusalcılığı ile Arap ulusalcılığının son derece farklı yazgıları olmasını önleyemedi ama bu başka bir konu.)
Ne var ki bu durum (yani liderlik düzeyinde örnek alınması) Arap halklarının Atatürk ve Milli Mücadele sonrasında kurulan modern Türkiye ile ilgili taşıdıkları olumsuz duyguları da engellemiyordu.
Bakın, Ortadoğu’nun ruhunu bilen bir ses, Amin Maalouf Çivisi Çıkmış Dünya kitabında ne diyor bu konuda:
“Atatürk’ün reformcu cesareti, kuşkusuz, Tunuslu lider Habib Burgiba gibi toplumsal açıdan modernlik yanlısı olanlar için esin kaynağı oluşturmuştu ama aynı zamanda Türk ulusalcılığında Araplar’a karşı sergilenen bir küçümseme, bir önyargı vardı ve bu Araplar’ın Atatürk’ün düşüncelerine pek sıcak bakmamalarına neden oluyordu. Çünkü Türkiye’yi Avrupalılaştırma isteği bir yandan da onu Araplar’dan uzaklaştırma isteğiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı sırasında parçalanması, padişahın Arap uyrukları ile Türk uyruklarının birbirinden kopmasına neden olmuştu.
(…) Bu acılı kopuş hem bedensel hem de ruhsal açıdan gerçekleşiyordu.”
Sanırım, buradan Erdoğan’ın Arap halkları için ne anlam taşıdığına gelebiliriz. Ve onun, Kurtuluş Savaşı sonrasında Türk ve Arap halkları arasında gerçekleşen bu bedensel ve ruhsal kopuşu tamir etmeye çalışan adam olduğunu söyleyebiliriz.
Ama bu kadar da değil.
Erdoğan, Türkiye’yi yıllar yılı sırtını döndüğü, yeni yetme gençlerin köydeki akrabalarından utandığı gibi utandığı eski akrabalarıyla yeniden buluştururken, elinde ne Atatürk’ün ne Nasır’ın ne Burgiba’nın sunmadığı bir modelle gidiyor onlara: “Kendiniz olmaktan çıkmadan, kimliğinizi inkâr etmek zorunda kalmadan, dininizden çıkmadan, kültürünüzden utanmadan da gelişebilir, kalkınabilir, refaha, özgürlüğe ve bağımsızlığa sahip olabilirsiniz; bakın biz bunu başardık, bunun sırrı demokrasidir” diyor…
İşte Tahrir Meydanı’ndaki gençlerin Erdoğan’ı kalpten sevmelerine yol açan asıl sebep budur. Onlar kimilerinin sandığı gibi Erdoğan’ı sadece İsrail’e karşı yaptığı yürekli çıkışlar yüzünden bağırlarına basmıyorlar. Evet, Filistin konusunda izlediği adil, ahlaklı ve cesur politikanın da rolü var elbette. Ama unutmayın ki, Araplar İsrail’e kafa tutan liderleri daha önce de gördü, onları sevdi, güvendi ve peşinden gitti. Ama her seferinde, İsrail’e karşı şahin olan o liderlerin kendine karşı da şahin olduğunu gördü. Otokratik liderlerin “düşman” İsrail’e karşı güçlü olmak adına kendisinden özgürlüğünü isteyişini, “savaş hali” koşulları istismar edilerek refahını, demokratik haklarını elinden alışını yaşadı.
Oysa o artık ikisini birden istiyor. Hem İsrail’in küstahlıklarına boyun eğmemek hem de refahı ve demokrasiyi Filistin davasının çözümünden sonraya ertelememek niyetinde. Güvenliğini ve özgürlüğünü; onurunu ve mutluluğunu bir arada istiyor.
Ve Erdoğan ona bunun mümkün olduğunu gösteriyor.
Bugün, 14.09.2011