Özünde ahlâk felsefesine ait bir kavram olan “özerklik”in, başka ahlâki kavramlar gibi, siyasi felsefelerle ilgili sonuçları bulunduğu şüphesizdir. Özerklik kavramının siyasi alana yansımalarının içinde en çok tartışıldığı siyasi doktrin ise liberalizmdir. O kadar ki, bu kavram veya idealin liberalizm içindeki yeri hakkındaki görüşüne bakarak kişinin hangi liberalizm anlayışına bağlı olduğunu çıkarabilirsiniz.
Kabaca belirtmek gerekirse, özerkliğin liberalizmin temel değeri olduğunu kabul edenler genellikle liberalizmi “kapsayıcı” bir görüş, bir dünya görüşü, neredeyse bir felsefe olarak görürler. Buna karşılık, “siyasi liberalizm” yanlıları, özerkliğin liberal bir değer olduğunu kabul etmekle beraber, onun tanımlayıcı bir değeri olduğu görüşünde değildirler. Bunun yerine onlar bireysel özgürlük, “hoşgörü” veya “barış”ı liberalizmin temel değeri olarak görürler.
Mamafih, liberal teoride özerkliğin her zaman aynı anlamda kullanıldığı da söylenemez. Daha doğrusu, neredeyse her bir yazar özerkliğe farklı anlam verir. Meselâ, J. Stuart Mill aşağı yukarı özerklikle aynı anlamda olmak üzere “bireysellik”i vurgularken, I. Berlin “pozitif özgürlük”ü özerkliğe yakın bir anlamda kullanır. Modern düşüncede özerkliği ahlâk felsefesinin temeline yerleştiren asıl düşünür ise Kant’tır.
Özerklik kısaca kişinin kendini-yönetmesi, kendini-belirlemesi, kendi kuralını kendisinin koyması anlamına gelmektedir. Özerklik kişinin tercihlerinin harici etkenler tarafından belirlenmemesini, onun kendi sahici iradesinin sonucu olması gerektiğini söyler. Başka bir anlatımla, özerk kişi kendi hayatının kontrolü kendisinde olan, kendi varoluş tarzını kendisi yaratan kişidir. Meselâ Joseph Raz’a göre, “özerk kişi kendi hayatını kendisi kuran kişidir.” Bu da ancak kişinin kendini, başkalarını ve toplumsal pratikleri devamlı olarak akılcı incelemeden geçirmesiyle mümkündür.
Özerklik bazan da rasyonel kararlar veren, yani tutkulara, güdülere ve kaprislere göre değil de düşünüp-taşınarak, akla göre karar veren kişi anlamında kullanılmaktadır. Burada bir tür “rasyonel bir hayat olarak özerklik” anlayışı söz konusudur: Özerk kişi –zorunlu olarak kendi hayat ve değerlerini kendisi yaratmasa da- en azından hayatının her yanını eleştirel incelemeye tabi tutan kişidir. O, bilgisizliğin veya geçmişin şartlandırmasının kölesi olmayan kişidir. Özerkliğe kimi zaman da “kendini-gerçekleştirme”, yani kişinin kendi yetenek ve kapasitelerini gerçekleştirmesi anlamı verilmektedir.
Öte yandan, özerklikle özgürlük arasında bir ilişki vardır. Özgürlük için özerk olmak şart değilse de, özerk kişi olabilmek için özgürlüğe ihtiyacımız vardır: Eğer hayat planlarımızı gerçekleştireceksek, elbette her şeyden önce keyfi veya haksız kısıtlamalardan özgür olmak zorundayızdır. Başka bir şekilde söylersek, amaçlı varlıklar olarak özerklik kapasitesine sahibiz, ama bu kapasiteyi kullanmakta özgür olmadığımız sürece asla kendi hayatlarımızı kontrol edemeyeceğiz.
Meselâ, S. Benn özerkliği özgür kişiliğin bir unsuru olarak görür. Çünkü, özgür olmak sadece kişinin eylemlerine müdahale edilmemesini değil, fakat aynı zamanda onun kendi hayatı üzerinde bir ölçüde kontrolü olmasını da gerektirir. “Özerklik olarak özgürlük” şeklindeki bu anlayışa bağlı olanlar için özgür bir kişi baskı altında olmayan, ama aynı zamanda hem kendi görüşleri hem de başka görüş ve pratikler hakkında eleştirel olarak düşünen ve dolayısıyla –meselâ- gelenekleri körü körüne takip etmeyen bir kişidir.
Şimdi, özerkliği, kişinin hayatını her bakımdan aklın süzgecinden geçirmesi veya kendini-gerçekleştirme anlamında sırf bireysel bir ideal olarak tanımlayan bir anlayışın liberal özgürlükle bağdaştığı şüphe götürmez. Bu anlamda, yani bireysel bir değer olarak kişisel özerkliğin liberal bir ideal olduğunda şüphe yoktur. Yine de çoğu liberal özerkliğe herkesin aynı değeri vermesinin zorunlu olmadığını kabul eder. Hatta, özerkliğe hiç değer vermeyen ve dolayısıyla özerk-olmayan (heteronom) bir hayatı yaşamayı tercih etmenin de pekalâ mümkün ve meşru olduğunu söyleyen liberaller de vardır.
Bu konuda asıl tartışma özerkliğin liberal toplumun bir “ortak iyi”si olarak tanımlanmasında, dolayısıyla bunu gerçekleştirmenin devlete bir görev olarak yüklenmesinde ortaya çıkmaktadır. Genellikle klasik liberaller bu yaklaşımda paternalist bir görüş saklı olduğu, bunun da totaliter bir siyasete yol açacağı endişesi taşırlar. Onun içindir ki, klasik liberaller ve genel olarak “siyasi liberalizm”e bağlı olan düşünürler özerkliği sadece bireysel bir değer olarak görür ve onun liberal bir toplumun genel bir amacı haline getirilmesine karşı çıkarlar.
Meselâ Loren E. Lomasky’ye göre, bütün cazibesine rağmen özerkliğin liberal gelenekle ilişkisi marjinaldir. Başta John Locke olmak üzere liberal teorinin kurucuları için felsefi odak noktası özerklik değil barıştır. Kant için özerklik ahlâki değerin olmazsa olmaz şartı olmakla beraber, onun gerçekleştirilmesi devletin işi değildir. Kant’ın siyasi çözümü, bireylerin başka herkesin benzer özgürlüğüyle bağdaşacak şekilde azami dış özgürlükten yararlanmalarına imkân veren sivil bir düzendir. Keza, başka konularda klasik liberallerden ayrılan William Galston, eleştirel akılcılığa dayanan “tercih”i öne çıkaran kişisel özerklik anlayışının kamusal olarak teşvikinin ortak (paylaşılan) liberal değerler arasında yer almadığı görüşündedir.
Bunun gibi, “bireysellik”in en coşkulu savunucusu olan J. S. Mill de başkalarına zarar vermedikleri sürece bireylerin kendi işlerini düzenlemekte tam özgürlükten yararlanmaları gerektiğini ısrarla vurgulamıştı. Evet, Mill konformizmden hiç hazzetmiyordu ama yine de bireylerin kendileri için başka bir iradeye veya “batıl itikada” tabi olmayı seçme haklarını savunuyordu. Meselâ, Mormonların çok eşliliğini düşük bir hayat tecrübesi örneği olarak zikrederken, yine de bireylerin bu yolu tutmakta özgür bırakılmaları gerektiğini belirtmişti.
Sonuç olarak belirtmek gerekir ki, klasik liberallerin, özerkliği merkeze alan bir liberalizm anlayışından özgürlük adına endişe etmeleri gayet yerindedir. Çünkü, özerkliğin devletçe desteklenmesi kişi ve grupların özgürlük alanlarına sınırsız müdahaleye açık kapı bırakır ki bu “hayırhah” niyetlerle de olsa bir tür baskıcılıktır. Söz gelişi, Türkiye’deki “başörtüsü yasağı”nın arkasında da böyle bir anlayış yatmaktadır. Ayrıca, özerklik temelli bir liberalizmden yana olan Joseph Raz’ın, liberal devletin, özerklik adına özerk-olmayan grup veya kültürleri özerk bir kültüre asimile etmeye yönelik politikalar izlemesini meşru görmesi de bu konuda anlamlı bir göstergedir.
Açık Görüş, 04.07.2010