Toplumsal mücadeleler doğal olarak siyasetin aynasına yansır. Bu nedenle toplumsal mücadeleleri siyasî sanırız. Siyasî stratejilerimizin, aldığımız siyasî tavırların toplumsal dönüşümü sağlayabileceğini düşünürüz. Oysa bu bir yanılsamadır. Toplumsal mücadele esasında siyasal değil, entellektüeldir. Yani ancak entellektüel mücadeleden galip çıkılırsa toplumsal dönüşüm gerçekleşir. Siyaset olsa olsa bu mücadelenin sürdürülmesine aracılık eden mekanizmaların yaratılması sürecidir; yani mücadeleyi kolaylaştıran bir araçtır.
Cumhuriyet tarihi, farklı bir anlatıyla Türkiye toplumunun siyaset aracılığıyla dönüştürülmeye çalışılmasıdır. Cumhuriyet, toplumu siyaset aracılığıyla bir kurgunun içine yerleştirmeyi başarmış, ancak ona biçtiği rolü asla oynatamamıştır. Toplum, iknaya tabi tutmaya gerek görülmeden çağdaşlaştırılmaya, Batılılaştırılmaya çalışılmış, bu uğurda siyasî devrimler yapılmış, ancak başarılı olunamamıştır. Cumhuriyet hiçbir zaman entellektüel çabayı önemsememiş, zihinlerin dönüşümünü umursamamış, siyasi atılımların toplumu değiştirmesini beklemiştir. Gelinen noktada Cumhuriyetin kurucu ideolojisi, entellektüel mücadeleyi umursamadığı için kaybetmiştir.
Benzer bir tarih, Türkiye solu için de geçerlidir. Türkiye’de sol hep şiddet ve devrim yoluyla toplumu değiştirebileceğine inanmış, dolayısıyla entellektüel mücadele yerine alan mücadelesi vermeyi tercih etmiştir. Fikirlere fikirle karşılık vermek yerine, onları bastırmayı, dışlamayı, yetmiyorsa şiddet kullanarak yok etmeyi istemiştir. Sonunda, bugün Türkiye solu, vermekten kaçındığı entellektüel mücadelenin kaybedeni olmuş, toplumsal karşılığı olmayan bir şiddet söylemi olarak kalmıştır.
De Tocqueville, Fransa’da eski rejimin yıkılıp yeni rejimin kurulma sebebini entellektüel mücadele ve bununla birlikte yaşanan zihinsel dönüşüme bağlar. Ona göre Fransız Aydınlanma düşünürlerinin –öyle olsa da olmasa da- eski rejim kurumlarının meşruiyetinin sona erdiği yönünde verdiği entellektüel mücadele sonunda Fransız Devrimi’ni getirmiştir. Oysa bu mücadelede muhafazakâr düşünürler galip gelip, eski rejimin kurumlarının hâlâ meşru olduğunu kanıtlamış olsalardı durum çok daha farklı olabilirdi.
Bugün, Türkiye’nin gelecekte nasıl bir ülke olacağı da aslında Fransa deneyiminde olduğu gibi, verilen entellektüel mücadelenin sonucuna bağlıdır. Türkiye’nin daha demokratik ve özgürlükçü bir ülke olması, bu uğurda kalem tutan entellektüellerinin mücadelesiyle olacaktır. Şimdiye kadar verilen mücadelede ise Türkiye’nin ilkeli ve tutarlı bir kısım liberalinin hakkını vermek gerekir. Keza bu liberaller, koşullar ne olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin ilkelerinden vazgeçmemiş, entellektüel mücadeleyi bırakmamışlardır. Dolayısıyla, Türkiye’nin toplumsal dönüşümüne çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Gülay Göktürk de o isimlerden biridir. Türkiye’nin son 30-40 yıllık toplumsal dönüşümünde Göktürk’ün önemli bir rolü vardır. Türkiye’nin en zor dönemlerinde entellektüel mücadeleyi bırakmamış, doğru bildiğini söylemekten çekinmemiş bir yazardır. Bu nedenle bedeller ödemiş; ancak buna rağmen mücadelenin esasında siyasetin alanında değil de zihinlerde olduğunu bildiği için kalemini bırakmamış bir entellektüeldir. Ne pahasına olursa olsun meşru olanın yanında tavır koymuş vicdanlı bir insan olarak Göktürk, ismini kendi tırnakları ve alın teriyle yapmıştır.
Dün Göktürk’ün gazetedeki köşesine son verildi. Göktürk bunun üzerine bir daha köşe yazmayacağını duyurdu. Yaklaşık 40 yıldır entellektüel mücadele veren Göktürk, bir anlamda siyasi mücadeleyle saf dışı edildi. Siyasî mücadelelerin önemsizliğini bildiği için Göktürk’ün bu durumdan çok etkilendiğini sanmıyorum. Köşe yazmayacak olsa bile entellektüel mücadeleyi bırakmayacağına ise eminim. Aklı böyle söylese bile vicdanının ona bunu yaptırmayacağını, bu toplum için onun entellektüel mücadelesinin önemli olduğunun farkında olduğunu biliyorum.
Bugün, mücadelenin siyasî olduğunu düşünenler ise bu defa galip çıktıklarını düşünebilirler. Ama yanılıyorlar; çünkü esas mücadele siyasî değil, entellektüeldir ve bu mücadeleden Göktürk ve onun gibi ilkeli, tutarlı ve güçlü liberal demokratların galip çıkacağı, tıpkı tarihsel deneyimin, tıpkı Türkiye’nin son 40 yılının gösterdiği gibi açıktır.