TÜRKİYE’NİN tarihe bakışında ciddi problemler var. Türkiye’deki tarih görüşü, bilimsel bir şekilde ve tarihçiler tarafından değil, siyasi fantezilerle ve otoriter bir mantıkla inşa edildiğinden, ne ölçüde gerçekleri yansıttığı öteden beri tartışma konusudur. Resmi tarih tezi ve resmi ideoloji, topluma ve tarihe bakışımızı gerçeklikten koparıyor. Toplumu ve tarihi, resmi bakış açısının dışında olduğu gibi anlamaya çalışanlar, resmi görüş sahipleri tarafında derhal “gaflet, delalet ve hatta ihanetle “ suçlanabiliyor.
Bu durumda, doğruyu söylemenin maliyeti arttığı ölçüde “yalanla yaşayan” bir topluma dönüşüyoruz. Böyle yaşamaya başlayan bir toplumun, demokrasi dışında otoriter ve totaliter düşüncelere ve yönetimlere meyletmesi, “günah keçisi” araması siyasi tarihin hiç de yabancı olmadığı örneklerdendir. İşte düşünce hürriyeti, toplumları bu tür hastalıklar karşısında uyanık tutmaktadır. Türkiye’de son zamanlarda düşünce hürriyetinde görülen gelişmeler bu bakımdan fevkalade ehemmiyetlidir. Milli Eğitim Bakanlığının 1930’ların otoriter ve her şeyi en çok ikiye ayıran zihni ikliminde oluşan eğitim sistemini ve müfredatını değiştirme çalışmaları da, bu bakımdan heyecanla ve ciddiyetle desteklenmesi gereken teşebbüslerdir. Milli Mücadele tarihi de, bu bakımdan yeniden ele alınarak, gerçekte olduğu gibi anlatılmalıdır. Bunu yaparak, Milli Mücadelenin gerçek ve demokratik tarihi ortaya konulabilir. Mesela, Milli Mücadele deyince aklımıza sadece Erzurum ve Sivas Kongreleri gelir. Halbuki gerçek böyle değildir, bu kongrelerden önce de sonra da halkın katılımıyla bir çok kongre toplanmıştır. Sadece bu kongreler bahsi bile, tarihe bakışımızı değiştirmemiz gerektiğini ispat etmeye yeter. Geçtiğimiz 23 Nisan vesilesiyle bu hafta Milli Mücadelenin demokratik ruhuna değinelim.
Kongreler eksik anlatılıyor
İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemderoğlu’nun ağır baskılarına maruz kalan anayasa hukukçusu Prof. Dr. Bülent Tanör, Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları (1918- 1920) adlı mühim çalışmasında bu meseleyi incelemiştir. Tanör, bu bahsin ihmal edilmesini şöyle anlatıyor:
“Mütareke dönemi sivil toplum canlılığının göstergesi olan yerel kongreler, bazı çağdaş araştırmacıların da yeterince dikkatlerini çekmiş sayılamaz. Türkiye’de halk hareketlerine ya da toplumsal tarihe yönelik bazı incelemelerde bunlardan söz edildiği görülmemektedir. Kurtuluş Savaşı’nın siyasal yönlerine eğilen araştırmacıların ise, ‘Anadolu ihtilali ve milli kongrelerden’ söz ederlerken yalnız Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne değinmeleri bir başka eksiklik örneğidir. Kuşkusuz bu tek yanlılık ya da eksiklikler madalyonun yalnız bir yüzüdür.”
Tanör, bu ihmali ortadan kaldıran akademik çalışmaları ele alarak, Milli Mücadele tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek önemli bulgu ve tespitlere ulaşıyor. Tabloda görüleceği gibi Erzurum ve Sivas kongreleri dışındaki 26 ayrı kongrenin incelenmesiyle ortaya çıkan bu bulgu ve tespitler şöyle özetlenebilir: 28 kongrenin demokratik geleneği Mütareke döneminde işgal tehditleri, savunma ihtiyacı ve hükümet otoritesinde meydana gelen boşluk, uzunca bir süre mahalli teşkilatlar ve kongrelerle doldurulmaya çalışılmıştır. Kongreler faaliyet alanları sınırlı olmasına rağmen milli bağımsızlık ve bütünlük hedefi ile yeni bir milli toplum ve vatan anlayışında mutabıktırlar.
Kongrelerin siyasi yapılanması, siyaset bilimi ve anayasa hukuku açısından aşağıda özetlediğimiz son derece çarpıcı özellikler taşımaktadır: Bölgede yaşayan herkesi kendi doğal üyesi saymaktadırlar. Kongre ve teşkilatları, aşağıdan yukarı doğru yükselen bir seçim ve vekalet ağı üzerine oturtmak ve katılımcı bir model oluşturmak amaçlanmaktadır. Buna bağlı olarak meşruluk kazanmakta ve faaliyetlerinde kurallara uygun bir şekilde davranmaktadırlar. Kongreler oluşan boşluk karşısında, devlet yetkilerini kullanan, adeta birer devlete dönüşmekte ve buna uygun bir kurumlaşmaya gitmektedirler.
Demokratik ruh
Bu bağlamda kongreler, silahlı güçler oluşturmak ve bunları kesinlikle sivil otoriteye tabi kılmayı amaçlamaktadırlar.
Kongrelerin bu tecrübeleri, sonuçta TBMM’nin toplanmasını ve Milli Mücadele’nin demokratik bir şekilde yapılmasını temin edecek bir toplumsal iradeyi ortaya koymuştur. Bu şekilde anti- demokratik çevrelerin gerçeklerle bağdaşmadığını bile bile ısrarla dile getirdikleri, Türkiye Cumhuriyeti’ni ordu kurmuştur iddiası yanlıştır. Üstelik bu iddianın ne orduya ne de millete bir yararı vardır. Kuvayı Milliye’yi kuranlar demokratik kongreler, düzenli orduyu kuranlar da bu mirasın üzerinde oturan Büyük Millet Meclisi’dir. Erzurum ve Sivas Kongrelerini değerli kılan şey de Milli Mücadele’yi başlatmaları değil, kongreler marifetiyle başlamış olan Milli Mücadele’yi merkezi bir otoriteye, yani, BMM’ye kavuşturmuş olmalarıdır. Mustafa Kemal Paşa’yı değerli kılan da bu süreçte oynadığı roldür. Milli Mücadele tarihini bu bakış açısıyla yeniden yazmak, mücadelenin gerçek sahibi olan millete ve onun kalbindeki demokratik ruha saygının bir gereğidir.
Milli hakimiyet kongrelerle başladı Türk siyasi tarihinin kurucu babalarından Prof. Dr.Tarık Zafer Tunaya, kongreler sürecini şöyle değerlendiriyor: “Bu kongreler farklıydılar. Çünkü birer ihtilal, birer devrim organıydılar. Ülkenin hemen her bölgesi İstanbul hükümetine isyan etmişti. Siyasal iktidarı parça parça halk eline geçirmişti. Kısaca iktidar artık millileşmişti. Millet her boşluğu dolduruyordu. Saltanat fiilen yok olmaktaydı. Egemenlik bir adamdan millete intikal etmişti. İşte bu transferin parçaları halinde örgütler ve kongreler ortaya çıkmıştı. Bir Çin atasözü vardır, ünlü filozof Konfüçyüs’ün: Senin iktidarın saygı görmüyorsa, başka bir iktidar yoldadır! Gerçekten başka bir milli iktidar, saltanattan son derece farklı bir iktidar yoldaydı. Bu bir milli iktidardı. Asıl belirtilecek yönü de yüzde yüz demokratik oluşuydu. Sınırlı, yerel, devrimci kongreler Saray’ın değil halkın demokratik, ihtilalci esri idiler. Tarihin yolu böylece keşfedilmiştir.”
Her kongrenin yıldönümü kutlanmalıdır
4-12 Eylül tarihlerinde 85. yıl dönümünü kutlayacağımız Sivas Kongresi’nin, kardeş kongrelerinin de yıldönümlerinin kutlanacağı bir Türkiye, Milli Mücadelesi’ndeki demokratik ruha daha yakışır bir ülke olacaktır. Bu kutlamaları devlete bırakmadan mahalli ve sivil inisiyatiflerin işe el koyması, tez elden demokratik ve medeni kutlamaların önünü açması gerekiyor. Bu şekilde Milli Mücadele’ye katılan atalarımız ruhunu şad ederken, onların en güç şartlarda dahi demokrasiden ve sivil yönetimden vazgeçmeyen tavrından emsal alabiliriz…
Milli Mücadele’de 28 kongre düzenlendi
1. Kars İslam Şurası 5 Kasım 1918
2. Birinci Kars Kongresi 14 Kasım 1918
3. Kars İslam Şurası Büyük Kongresi 30 Kasım-3 Aralık 1918
4. Birinci Ardahan Kongresi 3-5 Ocak 1919
5. İkinci Ardahan Kongresi 7-9 Ocak 1919
6. Büyük Kars Kongresi 17-18 Ocak 1919
7. İzmir Büyük Kongresi 17-19 Mart 1919
8. Birinci Balıkesir Kongresi 27 Haziran-12 Temmuz 1919
9. Erzurum Kongresi 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919
10. İkinci Balıkesir Kongresi 26-30 Temmuz 1919
11. Birinci Nazilli Kongresi 6-8 Ağustos 1919
12. Alaşehir Kongresi 16-25 Ağustos 1919
13. Muğla Kongresi 18 ağustos 1919
14. Sivas Kongresi 4-12 Eylül 1919
15. Üçüncü Balıkesir Kongresi 16-27 Eylül 1919
16. İkinci Nazilli Kongresi 19-20 veya 23-24 Eylül 1919
17. Üçüncü Nazilli Kongresi 6 Ekim 1919
18. Birinci Edirne Kongresi 16 Ekim 1919
19. Sivas İçin Muğla Kongresi 20-31 Ekim 1919
20. Dördüncü Balıkesir Kongresi 19-29 Kasım 1919
21. İkinci Edirne Kongresi 25 Ocak 1920
22. Oltu İslam Terakki Fırkası Kongresi 21 Şubat 1920
23. Beşinci Balıkesir Kongresi 10-23 Mart 1920
24. Lüleburgaz Kongresi 31 Mart-2 Nisan 1920
25. Üçüncü Büyük Edirne Kongresi 9-14 Mayıs 1920
26. Afyon kongresi 2 ağustos 1920
27. Pozantı Kongresi Ağustos 1920
28. İkinci Pozantı Kongresi 8 Ekim 1920