Militarizm askerî yol, yöntem ve tarzların yaygınlaşması ve sivil alanı işgal etmesidir. Militarizm, bir ülkenin hem sosyal kültüründe kök salabilir hem de siyasi sisteminin yapılanmasında kendisini gösterebilir. Militarizmin baskın olduğu yerlerde askerî anlayış; insana, topluma ve dünyaya askerî bakışı yüceltilir.
Sadece savaş zamanlarında değil, barış zamanlarında da askeriyeye abartılı ve gereksiz övgüler yağdırılır. Askeriyenin başka her kurumdan ve askerlerin tüm sivillerden daha vatansever ve başarılı olduğu imajı yaratılır. Askerlik hem bütün meslekler arasında en öne çıkartılanı olur hem de ona diğer mesleklerin sıradanlığını aşan bir anlam ve fonksiyon yüklenir. Askerler başka mesleklerin mensupları gibi hayatlarını kazanmak için bir iş yapan kimseler olarak değil de vatan ve millet için büyük fedakârlıklara katlanan; asla eleştirmememiz, hep hürmet etmemiz, kutsamamız gereken kimseler olarak görülür. Toplumun velinimeti olarak sunulur. Askerlere ve askeriyeye yönelik eleştiriler vatana ihanetle eşdeğer tutulur. Militarizm askeriyenin kendisinde kök saldığında askerler kendilerini her şeyin en iyisini bilen, ülkeye ihanet etmeyecek tek grubu teşkil eden, sivilleri doğrudan veya dolaylı olarak takip etmeleri gereken, bağımsız ve üstün bir güç olarak algılar. Militarizmde askeriye kendisine hem mali, hem idari hem hukuki bakımdan özel statüler oluşturmaya çalışır. Sivil yönlendirme ve denetimden kaçar. Nüfuzunu toplum içinde yaymak için sivil uzantılar oluşturur ve müttefik sivil güçler yaratır.
Geçen hafta Almanya’nın eskiden militarizmde dünyanın önde giden ülkelerinden biri olduğunu yazmıştım. Dünyanın militarizm bakımından dikkat çeken bir diğer bölgesi sosyalist bloku çökerten Beyaz Devrim’den önceki Latin Amerika’dır. Aslında Latin Amerika ülkelerinin tecrübelerinden Türkiye’nin çok ders alması mümkündür, zira Türkiye’nin siyasi kültürü ile Latin siyasi kültürü arasında büyük benzerlikler vardır. Buna rağmen Latin Amerika militarizmi ve askerî rejimleri hakkında Türkiye’de çok az yayın yapılmıştır. Bu gerçekten şaşırtıcıdır. Askerlerin sivil ve siyasi hayata müdahaleleri ve her şeyin kontrolleri altında olduğu bir ülke yaratma çabaları açısından Latin Amerika örnekleri bize çok daha benzerdir. Bu yüzden daha çok incelenmeleri ve bilinmeleri gerekir.
Türkiye’de askerin siyasete müdahalesinin kökleri elbette Osmanlı İmparatorluğu dönemine, yeniçeri isyanlarına kadar gitmektedir. Bu anlamda militarizmin kökleri hayli eskilere dayanmaktadır. Ancak, bugünkü haliyle militarizmin modern bir olgu olduğu söylenebilir. Halen kıskacında olduğumuz militarist anlayış ve sistem esas itibarıyla cumhuriyet döneminde inşa edilmiştir. Militarizmin daha açık bir şekilde görülmesini demokrasiye geçilmesi sağlamıştır. 1961 ve 1982 anayasaları militarizmin inşasında köşe taşlarıdır. 1961 Anayasası’yla bu doğrultuda çok önemli bir adım atılmıştır. Bu anayasa bazılarının iddia ettiğinin tersine kusursuz değildir. Siyasi felsefesi, demokratik iktidarı odağında askeriyenin bulunduğu bürokratik iktidarla sınırlandırmaktır. 1961 Anayasası’ndaki militarizm 1982 Anayasası’yla iyice pekiştirilmiştir. Bugün Türkiye dünya siyasi coğrafyasında ender rastlanır bir militarist vesayet sistemine sahiptir. Bu sistemde iktidar görünürde seçilmiş siyasilerdedir. Ama gerçek iktidar -mesela eğitim, savunma vs. gibi- birçok alanda bürokratların elindedir.
Militarizm Eninde Sonunda Tasfiye Edilecektir
Bu haliyle bizim sistemimiz önemli ölçüde bir bürokratik tahakküm sistemidir. Çünkü askeriye bu sistemi inşa ederken kendine başka -üniforma giymeyen- ayaklar da aramış ve bulmuştur. İki önemli ayak, yargı bürokrasisi ve akademik bürokrasidir. Yargı ve üniversite ağırlıklı olarak yıllarca militarizm çizgisinde olmuş veya görülmüştür. Toplum içindeki çizgi sapmaları yargı tarafından müeyyidelendirilirken üniversite resmi ideolojiyi meşrulaştırma ve onunla donanmış yeni nesiller yetiştirme işlevini üstlenmiştir. Hem yargı hem üniversite bu görevlerinde yakın zamanlara kadar önemli ölçüde başarılı olmuştur. Bürokratik vesayetin daha az önemli olmayan bir diğer ayağını medya teşkil etmiştir. Bu medya zamanla yarı sivil yarı askerî bir nitelik kazanmış ve yine çok yakınlara kadar medya alanını büyük ölçüde kapatmıştır. Militarist siyasi kültürü eğitimden ve zorunlu askerlikten sonra en çok besleyen medya olmuştur. Medya, askeriyenin sistem içindeki yerini gözlerden gizlemede ve askeriyenin istediği bilgi ve mesajların topluma aktarılmasını sağlamada da kullanılmıştır. Siyasetçilere hesap sorma iddiasıyla yaptığı yayınları da çoğu zaman toplum adına değil, askerî bürokrasi adına gerçekleştirmiştir.
Bu sistem uzunca bir süre işlemiş ancak zamanla sürdürülemez hale gelmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesinden Avrupa Birliği’nin kurulmasına kadar uzanan birçok faktör sistemin yaşama şansını azaltmıştır. Türkiye toplumundaki değişmeler de bu faktörlerle paralel gelişmiştir. Nüfus artmış, sosyal ve ekonomik hareketlilikler sistemin sacayaklarının bel vermesine sebep olmuştur. Türkiye artık 20-30 milyon nüfuslu, dünyadan önemli ölçüde tecrit edilmiş, sadece Batı’nın güvenliği bakımından önem taşıyan, fakir ve taşralı insanların ülkesi olmaktan geri döndürülemeyecek şekilde çıkmıştır. Yargı ve akademik dünyadaki tekel de parçalanmıştır. Üniversitelerde akademik kadrolar arasında dünya görüşü ve hayat tarzı bakımından gitgide artan bir çeşitlilik vardır. Yargı içinde de mahalli düzenlemelere evrensel demokrasi ve hukuk adına eleştirel bakmakta olan meslek mensupları ortaya çıkmıştır. Medyadaki militarist tekel kırılmış ve medya tek merkezden idare edilemez hale gelmiştir. Militarist medya ne yaparsa yapsın artık yalan haberlerini yutturmaya ve gerçekleri halktan gizlemeye muvaffak olamamaktadır. Bütün bunlar Türkiye’yi kabuk kırmaya ve medeni dünyaya ayak uydurmaya zorlamaktadır. Başka bir deyişle Türkiye daha demokratik ve daha medeni bir ülke olmaya ve bunun için bürokratik vesayet sistemini tasfiye etmeye iç ve dış faktörler tarafından itilmektedir.
Bu süreç devam edecektir. Onu tersine döndürmek artık neredeyse imkânsızdır. Bazılarının dediği gibi darbe yapılsa ve 20 yıl sürecek bir askerî diktatörlük kurulsa bile sonuç değişmeyecektir. Aksine, bu, militarizme ebediyen elveda denmesini sağlayacaktır. Bu süreçte yer almakla ve çok hayırlı işlere imza atmakla beraber AKP de sürecin ana sahibi olmaktan ziyade önünde sürüklenmektedir. Bütün bu iyi gelişmelerden rahatsız olanlar tüm faturayı bu partiye kesmekle büyük bir yanlış yapmaktadır. Faturanın adresi toplumdur, dünyadır. Toplumu iptal edemeyeceğimize, bugünden yarına dönüştüremeyeceğimize ve dünyaya yön veremeyeceğimize göre iktidara hangi parti gelecek olursa olsun bu sürecin içinde yer almak zorunda kalacaktır. Başka bir deyişle bu ülkede militarizm kaçınılmaz olarak gerileyecek ve eninde sonunda tamamıyla tasfiye edilecektir.
Zaman, 11.12.2009