Askeri vesayetin tasfiyesi sürecinde ele alınan önemli konulardan biri de MGK’nın konumuydu. MGK’nın mevcut yapısının ve misyonunun demokratik rejimle bağdaşmadığı açıktı. Kurumun lağvedilmesi görüşü yıllardan beri dile getirilen güçlü bir görüştü. Hükümet o günün politik şartlarında lağvetmek gibi radikal bir adım atmak yerine, kurumun iç dengesini değiştirerek sivil ağırlığı artırmak, görev sınırlarını netleştirmek ve önemini azaltmak yolunu seçti.
Ben kendi payıma bunu MGK’nın “yavaş yavaş sönerek yok olması” olarak değerlendirmiştim.
Öyle olacaktı ki, bir süre sonra kimse MGK’nın toplanıp toplanmadığını fark etmeyecek, sonuç bildirgeleri gazetelerde iki satır bile yer almayacak, kamuoyu böyle bir kurumun olduğunu unutup gidecekti.
Aslında epey bir süre için böyle oldu da… Ama bakıyorum, son zamanlarda vesayetin temel taşlarından biri olan bu kurumdan yeniden diriliş işaretleri geliyor.
“Devlet politikası” lafı da ne oluyor?
Özellikle son olağan toplantının basında eskisine oranla çok daha fazla yer tutması hiç de iyiye işaret değildi. “MGK’dan sert mesaj”, “MGK’dan Cemaat bombası” gibi haber başlıkları gördük gazetelerde. Köşelerde “MGK bildirisi ne anlama geliyor” başlıklı yorumlar okuduk.“Dünkü bildiri, 28 Şubat 1997 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu tarafından yayınlanan ve 18 maddelik irtica ile mücadele kararlarının yer aldığı tarihi bildiriden bu yana bu kuruldan çıkan içerik olarak en dolgun ve en sert metin olarak değerlendirilmelidir”şeklinde yorumlar yapıldı. Sonuç bildirisi, TV’deki bazı tartışma programlarına ilk gündem maddesi olarak girdi ve satır araları okunarak uzun uzun analiz edildi.
Beni en çok rahatsız eden -ve sıklıkla karşılaştığım- analiz ise şuydu: Son MGK bildirisi, hükümetin otonom yapıyla kararlı mücadele politikasının, resmi devlet politikası haline geldiğini ortaya koymuştu! Devletin bütün güçleri bu konuda ittifak yapmıştı. Böyle diyorlardı… Sanki “devlet politikası” çok matah bir şeymiş, sanki devlet politikası denilen şeyden çok çekmemişiz gibi övünçle ve belirgin bir sevinçle sarf ediliyordu bu cümleler.
Bu tutum MGK’ya can suyu olur
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu “paralel yapıyla mücadele” konusunu daha önce defalarca konuşup anlaştığına göre, “devlet ittifakı” denilen şeyden, asker kanadın da desteğinin alınmasının kastedildiği besbelli.
Peki ama buna neden ihtiyaç duyuluyor? Otonom yapının devlet içinden temizlenmesi için hükümetin kararı, hükümetin gücü yetmiyor mu?
Hükümet, kendi politikalarını bir de MGK’dan geçirip MGK kararı haline getirirse, bu politikaların daha da güçleneceğini düşünüyorsa askere yine siyasi bir misyon biçiyor demektir ki bu, sönüp gitmesi gereken bu kuruma can suyu verir. Bu sönüşü kabullenmek üzere olanlar da yeni bir hevese kapılırlar. Yaratılan ortamı değerlendirme ve eski güçlerini geri kazanma umudu doğar. MGK sonuç bildirisi haberlerinin puntosu büyüdükçe, vesayet geleneğinden gelen komutanların iştahı kabarır. Yeniden devlet politikalarından bahsedildikçe cüretkarlaşırlar. Bakarsınız, MGK içindeki asker-sivil kanat çekişmeleri hortlamış, ordu üst kademeleri orada burada konuşmaya başlamış. Bazı politikalarınızı güçlendirmek için yedeğinize aldığınızı sandığınız güç, sizin siyasi ortağınız gibi davranmaya başlamış.
Bütün bunları yeniden yaşamak istemeyiz, değil mi?
O zaman, daha ilkeli olalım. Devlet politikası lafını ağzımıza alırken kırk kere düşünelim ve siyaseti boğan bütün o “kırmızı çizgileri” hatırlayalım. Ulusal güvenlik tehditlerini değerlendirmenin askeri bürokrasinin değil ulus adına hükümetin görevi olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
MGK’yı kaldırmıyorsak da göstermelik hale getirelim.
Onu ilgisizliğimizle öldürelim.
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.