21 Aralık’ta CHP’nin resmî yayın oranı olan Halk Tv’de Uğur Dündar’ın Halk Arenası programında tanınmış sinema ve tiyatro sanatçıları Metin Akpınar ile Müjdat Gezen -tabiri caizse- sahne aldı. İki saatten fazla süren programı stüdyoda takip edenler esas itibariyle CHP yöneticileri, CHP’li Kadıköy Belediyesi idarecileri ve aşk ve şevkle “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan, neredeyse her cümlenin arkasından alkış yağdıran ve büyük bir ihtimâlle CHP seçmeni olan kimselerdi.
Program, Erdoğan’a ve iktidara yönelik eleştirilerle ve iğnelemelerle doluydu. Müjdat Gezen daha programın başında Erdoğan’ı “haddini bil!” diye kendince azarladı. Asıl konuşan Metin Akpınar’dı. Akpınar’ın konuşmasında ağırlıklı olarak birçok doğru husus dile getirilmekte ve demokrasi hakkında herkesin katılacağı bazı noktaların altı çizilmekteydi. Ancak, konuşmasının bir yerinde Akpınar çok tartışılan şu sözleri sarf etti:
“Bu bizim polarizasyondan, bu kargaşadan kurtulmamızın tek çaresi de ‘demokrasi’ diye düşünüyorum. Oraya ulaşabilirsek, ne âlâ kavga, dövüş olmaz. Biz bu işin içinden çıkarız. Ulaşamazsak, her faşizmin olduğu gibi, karşılaştığı gibi, belki liderini ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki adı geçen başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir ama bize yazık olur.”
Bu talihsiz sözlerin bazılarının iddia ettiği gibi havaya söylenmiş genel sözler olmadığı açık. Akpınar üzerine basa basa ve herkesin anlayacağı şekilde Türkiye’den bahsediyor. İsim vermiyor ama aşikâr biçimde Erdoğan’a gönderme yapıyor. Paragrafı parçalarına ayırırsak şunlar karşımıza çıkıyor: Akpınar Türkiye’de faşist bir yönetim olduğunu iddia ediyor. Demokrasi yoluyla bu faşizmden kurtulamazsak liderin başına kötü şeyler gelebileceğini söylüyor. Bu lider ayağından asılabilir, zindanda zehirlenebilir veya başka kötü şeylerle karşılaşabilir diyor. Akpınar bir başka yerde de Rusya ile yakınlaştıkları vakit Türkiye liderlerinin başının derde girdiğini, daha doğrusu darbelerle düşürüldüğünü anlatıyor. Şimdi de Türkiye ile Rusya arasında bir yakınlaşma olduğuna işaret ederek, “bakalım darısı kimin başına” diyor.
Bu tür sözler ifade özgürlüğüne girer mi girmez mi? Bir darbe çağrısı olarak görülebilir mi görülemez mi? Bir darbe çağrısı ise suç mudur değil midir? Çağrı değilse bile darbe temennisi ve darbe ön onaylaması mı? Öyleyse ne yapmak gerekir? Bu sözlerin sahipleri yargılanmalı mı yoksa kendi yollarında girmelerine engel olunmamalı mı?
İfade özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiğini, hangi kritik sözlerin ifade özgürlüğüne girdiğini hangilerinin girmediğini belirlemek bazen hayli zor. Meselenin her yeri, her zamanı ve her olayı kuşatacak şablonlarla ele alınması ve değerlendirilmesi imkânsız; çünkü böyle şablonlar yok. Zamandan zamana ve ülkeden ülkeye farklı sosyolojik ortamlar aynı veya benzer sözlerin ifade özgürlüğü açısından farklı değerlendirmelere tabi tutulmasına yol açabiliyor.
Bu sözler örneğin ABD’de sarf edilseydi insanlar ya komiklik ya da meczupluk deyip geçerdi. Çünkü ABD’nin devlet geleneğinde darbeler siyasî kültüründe ise darbecilik –en azından bizdeki şekliyle- yok. Buna karşılık bu sözler Türkiye gibi darbelerden çok çekmiş bir ülkede ve üstelik daha üç yıldan az bir süre önce korkunç bir darbe teşebbüsünü sağ salim atlatmış bir lider hakkında sarf ediliyorsa algılama çok daha değişik olabilir. Nitekim Akpınar’a şiddetli tepki gösterilmesinin arkasında bu gerçek var. Sanatçı ve her sanatçı gibi hassas ruhlu olduğu için Akpınar’ın anlaşılması ve mazur görülmesi gerektiğini söyleyenler çıktı. Ancak, bu doğruysa benzer bir durum Erdoğan için de söz konusu olamaz mı? Üç sene önce şeytanî bir örgütün darbe teşebbüsüyle karşılaşan, ailesiyle birlikte katledilmek istenen bir siyasî liderin psikolojisini anlamaya çalışmak da yerinde olmaz mı?
Akpınar programda yumuşak bir üslupla konuşuyor ama yukarda aktardığım sert, zehir zemberek sözleri de söylüyor. Genel çizgisi de göz önüne alındığında bu sözlerin darbeyi teşvik, darbeyi davet, darbeyi onaylama, darbeyi arzu etme olarak algılanmaması zor. Nitekim salondaki izleyiciler bu sözleri böyle anladıkları için olsa gerek çılgın gibi alkışlıyor ve moderatör Uğur Dündar müdahale etme, düzeltme yapma ihtiyacı hissediyor. Bu yoruma şu cevap verilebilir. Akpınar bilfiil darbe yapacak değil, böyle bir güce sahip olmadığı belli. Onun çağrısı üzerine hareket geçecek bir darbeci güç de yok. Sondan başlayayım, böyle bir güç var mı yok mu tam olarak bilemeyiz. Kim 15 Temmuz’da FETÖ’nün Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en aşağılık darbe teşebbüsüne kalkışmaya imza atabileceğini düşünebilirdi? Bu yüzden, herkesin darbeyi onaylama ve davet olarak anlaşılabilecek bu tür sözlerden uzak durması gerekir. Özellikle Akpınar gibi tanınmış, toplumda bir karşılığı olan, her kesimden takipçileri ve sevenleri olan sanatçıların.
Diğer taraftan Akpınar programda –anlaşılan fikir hayatında da- çelişkiler içinde yüzüyor. Türkiye’de iddia ettiği gibi bir faşist rejim olsaydı zaten böyle bir program yapılamaz ve bu sözler sarf edilemezdi. Edilseydi, yargıya iş düşmez, bu sözlerin sahipleri muhtemelen ya sessiz sedasız ağır bir bedel öder ya da düpedüz yok edilirdi. Ayrıca, Akpınar demokrasiyi bu kadar önemli ve faşizmden demokrasiye geçişte darbeyi yararlı ve meşru görüyor ise meselâ Mustafa Kemal’in veya İsmet İnönü’nün bir darbeyle devrilmiş ve kötü muamelelere maruz bırakılmış olmasını ister miydi? Şüphe yok ki tek parti rejimi faşist adlandırmasını bugünkünden çok daha fazla hak etmekteydi.
Bir diğer mesele sadece Akpınar’da değil başkalarında da tezahür eden demokrasiyi sırf faşizm ile zıtlaştırma arzusu ve çabası. Doğrudur, faşizm demokrasiyi reddeder. Ancak, demokrasinin zıtları sadece faşizmden ibaret değildir. Tüm otoriter rejimler demokrasinin zıddıdır ve bunların arasında Kemalist ve sosyalist rejimler de vardır. Tarihsel örnekler olarak Atatürkçü tek parti Türkiye’sinde, sosyalist Sovyet Rusya ve Doğu Almanya’da demokrasi yoktu. Bugünkü sosyalist ülkeler Küba ve Kuzey Kore’de de demokrasi yok. Sosyalizme doğru yol almakta olan Venezuela gibi ülkelerde de demokrasi yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Bu yüzden, anti demokratik, otoriter rejilerin sade faşist olanına değil Kemalist ve sosyalist olanlarına da karşı çıkmak gerekir.
Bir diğer mesele sanatın, sanatçıların kutsallaştırılmak ve sanatçılara diğer insanlardan ayrı ve üstün bir statü verilmek istenmesi. Ne sanat ne de sanatçı kutsal. Sadece sanatçılar değil her insan ifade özgürlüğüne sahip. Sanatçıların işinin ifade özgürlüğünden daha çok yararlanmayı gerektirmesi onların daha fazla ifade özgürlüğüne sahip olduğu veya olması gerektiği anlamına gelmez.
Bunun tersi de var: Siyasî görüşü yüzünden sanatçının sanatını inkâr etmek. Sanatçılar da elbette siyasî, ideolojik görüşlere sahip olabilirler. (Akpınar ve Gezen benim gözlemleyebildiğim kadarıyla bir taraftan Kemalist, diğer taraftan nasyonal sosyalizme yakın ve yatkın kişiler). Halka mal olmuş sanatçıların bu görüşleri keskin bir üslupla ve diğer görüşleri benimseyen kimseleri rahatsız edecek şekilde açıklamaması münasiptir. Ancak, bu yolu takip edip etmemek de her sanatçının kendi bileceği iştir.
Sanatçıların siyasî görüşleri onların sanatçılığını kuvvetlendirmez veya onları sanatçı olmaktan çıkarmaz. Geçtiğimiz aylarda CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu Mehmetçiğe destek için Afrin’e giden sanatçıları sanatçı olmamakla itham etmişti. Şimdi de Ak Parti tabanından bazıları sevimsiz ve saçma sözlerinden dolayı Akpınar’ın sanatçı olmadığını söylüyor. Elbette her iki tavır da yanlış. Sanatçı siyasî ve ideolojik görüşüyle değil sanatıyla sanatçıdır. Değerlendirenlerinkine aykırı, ters fikirleri var diye onu sanatçı olmaktan uzak saymak haksız ve yakışıksız. Sanatçının ne kadar iyi bir sanatçı olduğu siyasî çizgisiyle değil sanatıyla ölçülmeli.
Temas etmeden geçemeyeceğim bir konu da, Akpınar’ın ifade özgürlüğünü savunma yarışı yapan bazılarının çifte standartlılığı. Bunlar on iki yıl önce Atatürk’e “adam” ve Kemalizme “ilerlemeden çok gerilemeye tekabül ediyor” dediğim için günlerce bana yönelik insafsız bir linç kampanyası yürüten kişiler ve kesimler. Kendilerini yakın hissettikleri kimselerin ifade özgürlüğü hakkında hassaslar ama başkalarını hoşlarına gitmeyen –özellikle Atatürk’le ilgili- sözlerinden dolayı linç etmeye hazırlar. Çifte standartlılıklarını sadece bana değil mesela Mustafa Armağan’a, Safiye İnci’ye karşı da sergilemekten utanmayacak kadar arsız ve yüzsüzler.
Söz konusu programı zamanıma kıyıp (internette) baştan sona seyrettim. Aslında konuşmasının çoğunda Akpınar’ın demokrasi teorisine uygun, gayet yapıcı, yerinde sözleri ve açıklamaları var. Yukarda eleştirdiğim, toplumdan yoğun eleştiri alan sözleri bunlara hiç uymuyor. Keşke Akpınar o sözleri sarf etmeseydi. Bunların maksadı aşan sözler olduğunu düşünmek istiyorum. Bu sözler ahlâken en ağır şekilde kınanmayı, eleştirilmeyi ve mahkûm edilmeyi hak ediyor. Hatta bu mutlaka yapılmalı; yapılmalı ki hem Akpınar’a hem diğer sanatçılara hem de konuşan herkese lafın ayarını kaçırmamak hususunda bir mesaj gitsin. Bununla beraber, bu ifadelerin bir ceza yargılaması mevzusu yapılmasını gereksiz ve yanlış buluyorum. Devamlı vurguladığım üzere yargı vicdanın, toplumsal müeyyidelerin yerini almamalı. Lüzumsuz olarak yargıya müracaat veya yargının aceleyle devreye girmesi hem yargının kendisini hem de sivil toplumun yanlışları düzeltici ve yaptırıma bağlayıcı mekanizmalarını zayıflatıyor.
Bu soruşturmadan bir şey çıkacağını sanmam, çıkmasını da istemem. Akpınar’ı ilgili sözleri nedeniyle kınıyor ve yeni yılda darbelere peşinen karşı çıkacak ve siyasî mücadelede demokratik meşruiyetin sınırları dışına taşılmasına hiç bir surette sempati göstermeyecek kadar demokratlaşmasını diliyorum.
Yeniyüzyıl, 1 Ocak 2019