“Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.”
Yukarıdaki satırlar Menderes’in darağacına gönderilmeden önce eline kalem aldığında yazdığı son satırlar. Adnan Menderes’in ne kadar naif, kibar olduğu, “ölüme giden birinden bu cümleleri bekler misiniz?” sorusuna verilecek cevap ile de anlaşılabilir. Menderes, hakkında yazılan hatıratlarda da vurgulandığı gibi iddiasını sakinliğinden alan bir liderdir.
15 Temmuz gecesi sokağa çıkmadan önce sosyal medyada neler yazılıyor olduğuna baktığımda ortak bir travmanın yansıması ile hareket etmekte olduğumuzu fark etmiştim. Hemen hemen herkes Menderes’in ellerinden kayıp gitmesini hazmedememenin öfkesiyle Erdoğan’ı bırakmayacaklarını vurguluyordu. İşin ilginci bu cümle yalnızca aynı siyasî görüşe sahip olan insanlardan duyulmuyordu. Sessizce darağacına giden bir çınarın gölgesi o sıcak Temmuz gecesinde hepimizi cesaretle serinletti. Ölüme metanetle gitmiş olan Menderes’in yasını hâlâ zihinlerinde tutanlar, “o” gece ölüme metanetle yol aldılar.
Bu 17 Eylül’de Menderes’in mektubu daha bir değerliydi, keza artık bir kehanet gücüne de sahipti. Adnan Menderes’in ölüsü kendisinin dediği gibi cellatlarını yıllarca takip etmiş ve o gece “silip süpürecekti.” Öncesinde, sonrasında ne yaşanmış olursa olsun “o” gece halk Menderes’in hatırasına dört elle tutundu ve zihinlerinden gitmesine izin vermedi.
Ancak bu mektupta daha önemli olan bir nokta olduğunu, atlattığımız sürecin zorluğundan sanırım, atladık. Bu mektup, kendisini öldürmeye karar vermiş olan insanlara ölüme adım adım yaklaşmışken “merhametinin onlarla olduğunu” söyleyen bir mektup. Bu mektup, ölüm fermanını imzalayana gönül koymayan bir başbakanın mektubu.
Peki biz ne yaptık? 15 Temmuz’da hatırasına sahip çıkmak için sokağa atıldığımız Menderes’in hatırasına naifliğini de örnek alarak sahip çıktık mı? Sanmıyorum. Keza aynı siyasî görüşte olmadığımız ama çocukluğumuzun simgelerinden olan Tarık Akan öldüğünde biz ona Menderes’in cellatlarına gösterdiği merhametin onda birini gösteremedik. Artık bize cevap veremeyeceğini bile bile ona sorular sorduk. Bu bizim haddimizeymiş gibi nasıl bir hayat yaşadığını hızlıca tarttık, ölçtük, biçtik, kararımızı verdik. Kendi hayatımızdan birinin başına geldiğinde ne yapacağımızı düşünmekten bile imtina ettiğimiz hastalığı ile dalga geçtik. Sanki onun ölüm emrini biz vermişiz gibi, bu “cezalandırma”nın faturasını kestik.
Menderes, bize yalnızca bir darbenin karşısında nasıl davranmamız gerektiğine ilişkin pişmanlık bırakmamış olmalıydı hâlbuki. Menderes bize tüm hayatı Yassıada’da didik didik edilirken terbiyesini bozmayan bir insan hatırası bırakmıştı. Menderes günlerce ışık kapatılmadan uyuyamaması sağlanan odasından çıkarken kimseye dargın olmamayı bırakmıştı.
Peki biz ne yaptık?
Yoksa hatırası tek atımlık mıydı?