Önceki gün kullandığı “Yeni CHP” sözcüğüyle, hayatları boyunca beyaz atlı bir prensin çıkıp CHP’yi kurtarmasını bekleyen kesimleri heyecana gark eden Kılıçdaroğlu, üzerinden 24 saat geçmeden “yeni CHP”den kastının ne olduğunu açıkladı.
“Bir şeyden emin olmanızı istiyoruz. Biz yeni CHP derken, geçmişi unuttuk diye bir anlayışı reddediyoruz. Yeni CHP’den kastımız, CHP’nin yeni yönetimi.”
Tipik bir Kılıçdaroğlu tavrı öyle değil mi?
Ehh, açıklama bu olunca, CHP’de tozu dumana katan kavga dövüş beni niye ilgilendirsin ki… Yiyin birbirinizi der geçerim.
Ama basınımızın büyük bölümü öyle hissetmiyor olacak ki, haber manşetlerden düşmüyor bir türlü.
“CHP’de kılıçlar çekildi.”
Yeni genel başkanın soyadı yüzünden editörler çok sevdi bu başlığı, boyuna kullanıp duruyorlar.
İyi de, siz artık bıkmadınız mı bu bitmek tükenmek bilmeyen düellolardan?
CHP’de “değişim”, “yenileşme”, “gençleşme” rüzgârlarının bu kaçıncı esişi, hesabını unuttuk… Ecevit’in çıkışından bu yana neredeyse kırk yıl geçti. Kırk yıldır gerçek bir “iki çizgi mücadelesi”ne tanık olabildik mi CHP’de? Şöyle doğru dürüst, temel siyasetlerde farklı perspektifler içeren iki farklı siyasi çizginin, iki programın, iki farklı çözüm setinin yarıştığı oldu mu?
Koltuk kavgalarının “siyasi kavga” diye yutturulmaya çalışılmasından sıkılmadınız mı hâlâ?
Evet, bu yaman bir hesaplaşma olacak, bu kesin…
Kılıçdaroğlu da, Sav da yalın kılıç birbirinin üstüne yürüyorlar. Biri birini parçalayacak. Ve şu anda görünen o ki parçalanan Sav olacak.
Peki bize ne bundan?
Bir partinin içindeki koltuk savaşları bizi niye ilgilendirsin ki?
Şimdiye kadar, Kılıçdaroğlu liderliğinin parti politikalarında herhangi bir iyileşmeye yol açacağına dair doğru dürüst bir işaret aldık mı ki bu hesaplaşmayı umutla izleyelim?
Sayın Kılıçdaroğlu, daha geldiğinin ertesi günü, hükümetin üst düzey komutan atamalarında sivil iradeyi hakim kılmaya çalışması karşısında “ordunun teamüllerini” savunmadı mı? O zamandan bu yana atar gibi olduğu her adımdan sonra hemen telaşa kapılıp geri adım atmadı mı?
Biliyorum, bu satırları okuyan kimi okurlarım bu değerlendirmeyi fazla sekter bulacak, beni “ya hep ya hiç”çi olmakla eleştirecekler. Siyasi mücadelede nüansların bile çok önemli olduğunu, Kılıçdaroğlu’nun çeşitli meselelerde az da olsa farklı bir tutum takınabildiğini, bunu inkâr etmemek gerektiğini söyleyecekler.
Ben de onlara diyeceğim ki;
İnsaf edin; ülke bu kadar büyük bir transformasyon geçirirken, deyim yerindeyse yer yerinden oynarken, sekiz şiddetindeki bu toplumsal ve siyasi sarsıntı hiç kimseyi aynı yerde sabit duramaz hale getirmişken, Kılıçdaroğlu’nun olduğu yerde bir adım ileri, bir adım geri sallanıp durmasına “değişim” mi diyeceğiz? Neredeyse istem dışı denebilecek bu sallantılara bakıp hayaller mi kuracağız?
Benim için, sadece tek bir karar; genel sekreterlik için seçilen isim bile, bu hareketi ciddiye almamak için yeterli:
Eğer Kılıçdaroğlu, başında bulunduğu bu hareketin, daha çağdaş, daha demokrat bir CHP’ye doğru evrilmesini amaçlasaydı, Süheyl Batum gibi bir ismi genel sekreter yapmazdı.
Nokta.
X x x
Türkiye’de fikren değilse bile ruhen CHP’li olan çok geniş bir kesim var.
Bunların hayatları CHP’ye veryansın etmekle geçiyor. Ne zaman ağızlarını açsalar, CHP’nin ne kadar anakronik bir parti haline geldiğini, halktan ne kadar kopuk, ne kadar jakoben olduğunu, bu haliyle neden elli yıldır iktidar olmadığına şaşmamak gerektiğini, İttihat Terakki geleneğinin CHP’nin genlerine işlediğini, bu haliyle Avrupai anlamda bir sosyal demokrat partiye dönüşmesinin imkânsız olduğunu vs. anlatıp duruyorlar. Ama öte yandan, gözlerini de CHP’den bir türlü alamıyorlar. CHP içindeki bütün hizipleri ezbere biliyor, klik mücadelelerini günbegün izliyor, her kurultay öncesi “acaba bu defa bir şey olacak mı diye” heyecandan hop oturup hop kalkıyorlar. Ve CHP’ye gösterdikleri bu yakın ilgiyi şu cümleyle açıklıyorlar: “Demokrasinin sağlıklı gelişmesi için adam gibi bir ana muhalefet partisi olmazsa olmaz.”
Ben bu klişenin doğruluğundan emin değilim. Yarınki yazıma bu noktadan devam edeceğim.
Bugün, 05.11.2010