“Bir hafta oldu Mahkeme kararını açıklayalı. Bizim medyanın önemli bir bölümü kararı görmezlikten geldi” diyor, hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “Tuncay Özkan Kararı”nı değerlendiriyor.
Hukukçu olarak iyi izah ettiğinden, “çanak” sorularla sözü ona vermeyi tercih ediyorum…
Gündem yoğun. Bundan olmasın?
– “Bence bununla alakası yok. AİHM aksi yönde bir karar verseydi, “Tuncay Özkan’ın tutuklanması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırıdır” veya “gazetecilik faaliyetleri Türk makamlarınca suç olarak nitelenmiştir” deseydi, ne olurdu dersin?
Cevabını bildiğim halde sorayım. Ne olurdu?
– Bu haberin “ana akım medyanın” tamamının manşetlerini süsleyeceğinden en küçük bir şüphen var mı? Ortalığı ayağa kaldırırlardı emin ol.”
“Ana akım medya” eskidendi. Neyse ki oligarşi medyası artık “ana akım” değil. Ama neyse. Kararı görmezden gelenlere gelelim yine…
– Kararı sessizlikle geçiştirmeye çalışanlar, AİHM’nin ne dediğini çok iyi anlıyorlar aslında. AİHM’nin “Özkan’ın tutuklanması” haklıydı tespitinin oldukça ciddi bir hukuki tespit olduğunun herkes farkında. AİHM’nin “tutuklama haklı” demeden önce Ergenekon dosyasını incelediğini, suç delillerini, suçlamayı çok ciddi görmese bu cümleyi telaffuz etmeyeceğini çok iyi biliyorlar.
Ergenekon Davasını itibarsızlaştırmak için harcadıkları bunca çabadan sonra kolay mı?
– Evet, Strasbourg’un aynasında kendileriyle yüzleşmek kolay değil. Hele AİHM’nin tutuklamayı haklı gösterirken telaffuz ettiği bazı cümlelerle. Tuncay Özkan’ın “Ergenekon’un kullanacağı programlar için bir Televizyon kanalı kurduğu…”
Bu anlamda bir Ergenekon medyasından bahsediyor AİHM.
– İddianamedeki cümleleri tekrarlıyor. Ama bunu yaparken, bir gazetecinin bir örgüt talimatıyla haber yapması durumunda, yapılan işin gazetecilik değil, örgüt faaliyeti olacağını da teyit etmiş oluyor.
Kararı görmezden gelerek aşmaya çalışanlar, aksi halde AİHM’nin bir gazetecinin tutuklanmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulacağını çok iyi biliyorlar…
– “Canım bu bir ara karar” diyenler, AİHM’nin bu kararda, sonradan değiştirmeyeceği önemli tespitlerde bulunduğunu, Ergenekon davasının meşruiyeti ve hukukiliği konusunda net bir pozisyon aldığını çok iyi görüyorlar. Suçlamaların ciddiyeti veya delillerin gerçekliği konusunda şüpheye düşse, AİHM’nin oldukça farklı bir karara varacağını da.
Tabii bu karar, AİHM’nin daha sonra ihlal görmeyeceği anlamına gelmiyor.
– Öyle. Ama AİHM’nin Özkan’ın “tutuklanmasının haklı” olduğunu söylemesi, “kötü muamele” iddiasını reddetmesi ve “neyle suçlandığını” bildiğini söylemesi, Ergenekon davasının özüne ilişkin olarak AİHM tarafından alınan net bir pozisyonu ortaya koyuyor. Bu pozisyon, Türkiye’de medyanın belli bir bölümünün ve CHP’nin dava başladığı ilk günden itibaren sergiledikleri tutumu ahlaken oldukça sorunlu ve sorgulanır bir hale sokuyor.
Ve söz konusu sessizliği de açıklıyor…
– Sessizliğin nedenlerinden birisi bu olsa gerek. Ama Özkan kararı sessizlikle geçiştirilemeyecek kadar önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor. Dolayısıyla bu sessizliği AİHM kararının da, bir “kağıt parçasına” dönüştürüleceği, sağından solundan çekiştirilip “itibarsızlaştırılacağı” ikinci aşamanın izleyeceğini tahmin etmek zor değil…
Söz siyasetin. Ama…
Demokrasi diyorsak, siyasa belirleme yetkisinin seçilmiş siyasi iktidara ait olduğunu tartışamayız.
Hükümetin Kürt Sorununu çözme tarzını eleştirebiliriz, ama söz konusu olan, güvenlik bürokrasisi veya yargı erki üstünden müdahale ile siyasa değiştirme çabasıysa, buna karşı çıkmamız gerekir.
Yetki aşımına izin verilmemeli. Herkes sınırını bilmeli.
Ama…
Öncelikle, bunun için kanun çıkarmak iyi bir fikir değil. HSYK zaten devreye girdi ve yargı erkinin mevcut mekanizmaları sorunu çözmek için yeterli görünüyor.
Bürokrata böyle bir zırh giydirmek, bugünkü somut durumda sorunu çözüyor olsa bile, bu kapının açılması, kapıdan kovmaya çalıştığımız “hikmetinden sual olmaz devlet”e bacadan girmenin yolunu açabilir.
Yarın birileri bu yetkiyi pekala kötüye kullanabilir.
İkincisi bu tasarruf, derin devletin tasfiyesi çabalarına, bu kanunu savunanların öngöremedikleri türden zarar verebilir. Bu anlamda yargının müdahalesinin telafi biçimi, müdahalenin kendisinden kötü olabilir.
Üçüncüsü, yargıya gösterilen haklı tepki, MİT’e dair sorgulanması gerekenleri de unutturmamalı.
Sorguya çağrılmasına kızdık ve Hakan Fidan’ı savunduk diye, Taraf yazarlarının dinlenmesi için MİT’in mahkemeyi yanıltarak izin çıkarması ve son olarak Mehmet Baransu’nun üç MİT ajanı tarafından izlenmesi skandallarını unutmamız gerekmez.
Uludere daha aydınlanmadı.
Bu ülkeye, bizzat onun devletinin içindeki bürokratlar çok zarar verdi ve hala da veriyor.
Kurumların başındakileri değiştirmek o kötücül unsurları da iyi yapmaya yetmiyor.
Gerçek bir arınmaya ihtiyacımız var ve MİT de bundan bağışık kalmamalı…
Star, 16.02.2012