Yerli ve yabancı ‘sanal’ düşman üretmekte başarılı olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Ülke olarak, ne zaman bir sorun yaşasak, ne zaman bir problem çıksa ortaya ‘sanal’ düşmanlar üretip onlar üzerinden kendimizi oyalamakta iyiyiz.
Sorun masanın üzerinde duruyorken, o sorun masanın üzerine gelmeden birçok insan tarafından geldiği söylenmesine ve buna rağmen önlem alınmamasına rağmen, o masadaki sorunun çözümü de belli olmasına ve yine bu çözüm iyi niyetle dillendirilmesine rağmen yapılan şey masanın üzerindeki sorunu bırakıp masanın altında -olmayan- bir fareyi aramaktır. Ve daha kötüsü, olmayan bir fareyi öldürmeye çalışmaktır.
Daha açık yazayım. Güzel bir atasözümüz var : “Kışın gelişi yazdan belli olur.” Ekonomik bir krize sürüklendiğimiz uzun zamandır belliydi. Her ne kadar papaz olayı, bu süreci hızlandırmış olsa da şu gözden kaçırılmamalı ki papaz krizi olmasa da Türkiye bu ekonomik bunalıma girecekti. Neden? Bunun birçok sebebi var fakat en kısa haliyle kötü ekonomi yönetimi yüzünden. Merkez Bankası’nın zamanında özgür bırakılmaması yüzünden. Faiz artırımının zamanında yapılamaması, ateşi olan hastaya iğne yapıp iyileştirmek yerine komaya girmesini beklemek yüzünden. Popülizm batağına sürüklenmek yüzünden. Devlette israfın sürekli artması yüzünden. Sürekli olarak ekonomiye müdahale sinyali veren, ekonomiyi tehdit eden, yatırımcıları kaçıran konuşmalar yaparak piyasaları korkutmak yüzünden.
Her neyse, konumuz bu değil. Konumuz, son günlerdeki gözde düşmanlarımız : “Fırsatçılar”
Kim bu Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, iktidar partisi yetkililerinin ağızlarından düşürmediği ‘fırsatçılar’? Ekonomideki kötü gidişat yüzünden ürünlerine zam yapan şirketler ve bu ürünleri zamlı bir şekilde satmak zorunda kalan aracılar. Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her gün sert sözlerle yüklendiği ve “Bedelini ödeyecekler” dediği bu fırsatçılar, neden böyle bir şey yapıyorlar? Neden sürümden kazanmak varken zam yapmak durumunda kalıyorlar? Zam, gerçekten sandığımız gibi satıcı için iyi bir şey mi?
Hayır değil. Hiç kimse sürümden kazanmak varken zam yapmak istemez. Çünkü bu, ticaretin doğasına aykırıdır. Fiyatı artan ürüne talep azalır. İnsanlar, fiyatı düşük olan ürünlere yönelir. Serbest piyasa ekonomisinde zam yapan şirket, diğer şirketler karşısında geriye düşmüş olur. Serbest piyasa ekonomisinin temelinde rekabet yatar. Piyasa, bu rekabet sebebiyle kendini dengeler. Fakat dışarıdan bir devlet müdahalesi, ticaretin bütün çarklarını bozup geçebilir.
Üretici /satıcı neden zam yapar? Bunun üzerine düşünmeliyiz.
İlk akla gelen sebep elbette maliyetlerdir. Zaten fiyatı belirleyen en temel unsurun maliyet olduğu bir gerçektir. Maliyetin altına düşen fiyatlarda satıcılar piyasadan kademeli olarak çekilir. Ve piyasada arz azalır. Bu da fiyatları yükseltir. Maliyet denilince aklımıza hemen dolar geliyor. Dolar artışından etkilenmeyen ürünlere neden zam yapılır? Herkesin dilinde aynı cümle, “Kardeşim bu dolarla mı geliyor, neden zam yapıldı buna?” Bu, eksik bir ekonomi bilgisi ve bizzat ülkeyi yönetenler tarafından yanlış yönlendirilmenin bir sonucu. Çünkü maliyet artışı sadece dolar değil ki. Başka maliyetler de var. Düşen talep maliyeti mesela. Talep düşünce satış miktarınız azalıyor, ama sabit maliyetler azalmıyor. Mesela sattığınız ürün adedince kira bedeliniz, işçi gideriniz, hatta kendi gideriniz bile artıyor. Her şeye zam geliyor… Eskiden 100 sattığınız ürünü şimdi 40 satıyorsunuz. Hiç mal maliyetiniz artmamış olsa bile, düşen talep nedeniyle ürün başı maliyetiniz artık artıyor.
Piyasa ile kavga edilmez. Piyasa kendini dengeler. Yeter ki serbest bırakılsın. Piyasadan bir düşman üretip, onu yenemezsiniz. Eğer yenecek olsaydı Sovyet Rusya ve Sosyalist Küba yenerdi. ‘Fırsatçılık’ masanın altında aslında olmayan fare sadece. Biz, masanın üzerinde duran soruna odaklanalım artık. “Yapısal reformlar” diyerek küçümsemeyelim, görmezden gelmeyelim. Piyasayı da rahat bırakalım. Bu ülke hepimizin.
Sakarya Yeni Haber, 28 Eylül 2018