Markar Esayan- Siyaset mühendisliğinin yeni stratejisi

Aslında bu sorun Gezi krizi ile ortaya çıkmış bir anomali değil. Türkiye’de görünürde tartışılan konuların değil, “başka bir şeyin yaşandığını” görmek için fazla maharete gerek yok. Ama çok ilginç bir şekilde, bunu gören veya görmek isteyen gözler hala yetersiz. Eskiden değişimin önünü kesmek için devlet şiddeti, o da yeterli olmazsa askerî bir darbe kâfi gelmekteydi. Ancak bugün Türkiye açık toplum olmanın arifesinde ve toplumu antidemokratik olana ikna etmek o kadar kolay değil. Haliyle, geçmişin şiddetinin yerini şimdilerde “vicdan kuaförlüğü”, “dezenformasyon”, “algı mühendisliği” veya “cambaza bak” taktikleri almış durumda.

Bunun derin nedenleri olmalı.

Ülkede sürekli bir kavga vardı ve tartışılan konu ne olursa olsun, kavganın taraflarının pozisyonlarına göre gündem oluşturuluyordu. Türkiye tarihi, totaliter devletin halka ve siyasete ideoloji dayatması halinde ilerlemişti. Haliyle, en önemli tartışmalar, görünürde tartışılan meseleyi değil, sadece bu iktidar savaşının kullandığı malzemeleri ima ediyordu. Her köklü değişim talebinin statüko tarafından “bölücülük” veya “irtica” kırımızı kartıyla karşılanması, statüko bileşenlerinin ise bu kırımızı kartları parlatması ülkeyi spekülatif bir dünyaya savurdu. Sorunlarımız, nedenleri ve çözümleri bağlamından koptu ve yapay bir gerçekliğin içine yuvarlandı.

Türkiye’de 90 yıldır zamanın durabilmesi, bu yapay gerçeklik sayesinde oldu denebilir.
Asıl gerçeği ancak, bu spekülatif dünyayı yaratan siyaset mühendisleri bilebilirdi. Hedefteki mağdur kesimlerin bile aslında nelerin olup bittiğini –hissetmesi belki ama- anlaması çok mümkün değildi. Medyayı kontrol altına aldığınızda, bu yapay gerçekliği çok kolay oluşturabiliyordunuz. Statükonun kullandığı devletin şiddet tekeli bu yapay gerçekliği tahkim ediyor, gerçeği anlatmaya çalışan “zararlı unsurlar” kolayca tasfiye oluyordu. Kürt sorunu yoktu, sadece bebek katilleri vardı. Alevi sorunu yoktu, Dersim isyanı vardı. Dindarların sorunu yoktu, irtica tehdidi vardı. Asker sorunu yoktu, ülkeyi “ahlaki düşkünlük” içindeki siyasilerden koruyan ruhban generaller sınıfı vardı vs.

Kabul etmeli ki, bu çok başarılı bir stratejiydi ve hala bu geçmişin hayaletleriyle mücadele ediliyor. Bu kadar başarılı programlanmış, benimsenmiş, ya sınıfsal, ya ekonomik, ya ideolojik olarak yakınlıklar kurulmuş bir totalitarizmden sıyrılmak kolay değil. Türkiye’de her kurum, her birey bu dönemin izlerini taşır. Özal ile başlayan liberalleşme, özgürleşme hareketlerinin kesintili, çelişkili, çatışmalı halleri, her kesimin totaliter geçmişten farklı düzeylerde etkilenmiş olmasından kaynaklanıyor.

Demokratikleşme süreçleri askere verilen kaba vesayet kavgasından, devletin vatandaşlarına eşit davranması ilkesine doğru narinleştikçe, çoğu demokratın cilalarının dökülmesi, bu kimyasal özdeşlik ile zamanında yüzleşilmemiş olması veya suç ortaklığının yarattığı ahlak kaybından… Herkesin “demokrasi” yolculuğunda çıkış yaptığı kavşak farklı oluyor. Mesela çoğunluk –artık CHP bile- başörtülü kadınların üniversiteye gitmesine karşı çıkamıyor; ama aşama o kadının hâkim, vekil veya cumhurbaşkanı olması “narinliğine” geldiğinde, hiç ummadığınız demokratların, “Başörtüsünde kamuda hizmet alan, hizmet veren ayrışması yapalım” gibi formüllere giriştiğini görebiliyorsunuz.

Gezi öncesinde uç veren, şimdilerde ise çekişmenin ana motifini oluşturan şey, amaç aynı kalmakla birlikte daha tehlikeli hale geldi. Artık iktidar kavgası yukarıda özetini verdiğim klasik karakterini terk etti. Bu çok normal; çünkü Türkiye 10 yıldır önemli bir reform sürecinden geçti. 28 Şubat’ın nasıl tezgâhlandığı, darbelerin iç yüzü, kontrgerilla, Dersim’de aslında ne olduğu, Kürt sorununun bölücülük meselesi değil, ceberut devletin yol açtığı bir şiddetten kaynaklandığı biliniyor. Öte yandan dünyada da SSCB’nin yıkılması, küreselleşmenin ve enformasyon devriminin ağ toplumunu yaratması ile birlikte özgürlük anlayışında bir üst boyuta geçildi. Rusya, Çin gibi dev güçler bile eskisi gibi ellerini kollarını sallayarak totaliterliklerini sürdüremiyor, en azından bu uygulamalarına meşruiyet yaratma ihtiyacı hissediyorlar.

Artık günümüzde siyaset mühendisliği “demokratik değerleri ve özgürlüğü savunma” görüntüsü ardından veriliyor. Tıpkı Batı’nın Mısır’daki darbeyi “Sisi demokrasiyi güçlendiriyor” savıyla desteklediği gibi.

Böyle olunca tehlikeli bir dilemma ile karşı karşıya kalıyoruz. Bir yanda siyaset mühendisliği ile mücadele ederken, o mühendisliğin araçsallaştırdığı demokrasi sorunlarının önemini de yıpratmamak durumundayız. Örneğin Uludere acısını ve Tek Parti dönemi artığı bir sürü uygulamadan biri olan gayrımüslimlere yönelik kod sisteminin araçsallaştırıldığını görüp, hem orada adaletin yerine gelmesini talep edecek, hem de işin istismar kısmından uzak durmaya çalışacaksınız.

Demokratik her sorunun üzerine akbabalar gibi üşüşen siyaset mühendislerinin vicdan kuaförlüğünü fark ederken, o sorunların öneminin aşınmamasını da düşünmek durumundasınız. Kendi dar cemaatlerinde yıllardır kimin nerede yazması gerektiğine karar veren, gazeteleri basıp “beni eleştiren şu köşe yazarı tez kovulacak” diyebilen, başkalarının köşe yazılarına müdahale edenler, karşınıza basın özgürlüğü kahramanları olarak çıkabilecek. Öte yandan, –sempati duyulmasa bile- işini o veya bu nedenle kaybedenlere sahip çıkılmak zorunda.

Siyasal sistemin işler halde kalmasının gerekliliğini savunmak ve algı mühendislikleri ile mücadele etmekten, ne yazık ki demokrat mesai, enerji boşa harcanmakta. Gerçek sorunları dürüstçe tartışma olanağı da kaybedilmekte. Eğer gerçekten hükümeti doğru yerden ve sonuç alacak şekilde eleştirmek asıl endişe olsaydı, eleştirinin namusunun kaybedilmemesini herkesin önemsemesi gerekirdi. Ama eleştiri siyaseti dizayn etmeye savruldu ve itibarını zedeledi.

Kötü haber ise; bunun sadece zamanın ilerlemesiyle, kendi kendine düzelme ihtimalinin pek olmaması. Sınıfsal kibir sivil siyasete saygı duymayı öğrenmediği müddetçe, bu gerilim ama saklı, ama sarih devam edecek. Yine olgun olanlara daha çok sorumluluk düşecek. Bu gönderme ise, açıkçası toplumsal olarak dindarları, Kürtleri ve hala aklı başında kalan demokrat çevreleri ima ediyor. Şifa bulmanın sırrı da basit: Geçmişte yapılan hataları tekrarlamamak, Kemalist stratejiyi tamamen terk etmek, ısrarla siyaseti, şeffaflaşmayı ve demokratikleşmeyi savunmak ve gerçekleştirmek, yeni yöntemler karşısında ise daha çok emek verip, ilkelerden sapmadan mücadele etmek.
Eleştirinin namusunu kaybedenleri zamanın ve vicdanların tasfiye etmesi ise en doğrusu.

03.08.2013, İstanbul.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et