Geçen hafta Zonguldak’ta yaşanan trajik maden kazası hakkında mecburen biraz gecikerek yazabiliyorum.
Öncelikle de, yerin beş yüz küsur metre altında feci şekilde can veren otuz işçimizin hepsine Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabır diliyorum. Bu insani açıdan, uzaktan uzağa üzülmekten ve belki de bir “Fatiha” okumaktan başka bir şey gelmiyor ne yazık ki elimizden.
Ancak bir daha böyle acıların yaşanmaması için devlete, topluma ve hepimize düşen bir şeyler var.
İlk yapmamız gerekenlerden biri de, meseleyi yanlış zeminlerde değerlendirmekten uzaklaşmak. “Kadercilik”, bunlardan biri.
İslami anlamıyla kader, evrende var olmuş ve olacak her şeyin Allah tarafından bilinmesi, O’nun “ilmiyle kuşatılmış” olması anlamına gelir. (“Bilmek” aynı zamanda “belirlemek” midir; işin bu yönü İslam düşüncesinde tartışılmıştır.)
Bu açıdan bakılırsa, elbetteki yaşanan her olay kader içindedir. Ancak sadece kazalar ve kötülükler değil, başarılar ve iyilikler de kader içinde gerçekleşir. Yani bir trenin kaza yapıp raydan çıkması “ kaderde” ise, doğru düzgün yolunda gitmesi, hatta tren diye bir şeyin var olması da öyledir.
Fakat bu ilahi gerçek, insanların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Mesela ben yoldan geçen birine arabamla bindirip sonra da “bu senin kaderindi, onun için ses çıkarma ha!” diyemem. Böyle diyerek kendi suçumu meşru kılamam.
Ne yazık ki biraz bu tarz bir “arabesk kadercilik” Emeviler’den başlayarak İslam dünyasında etkili olmuştur. “Kadere iman”, tümüyle yanlış bir biçimde, tabiata, topluma, devlete ve genel olarak statükoya “boyun eğme” şeklinde anlaşılmıştır.
Eğer ülkemizde yaşanan iş kazalarına ve benzeri felaketlere böyle bakarsak, hem İslamiyet’e hem de kendimize büyük haksızlık etmiş oluruz.
Başbakan’ın böyle bir “kadercilik” önerdiğini düşünmüyorum. Anladığım kadarıyla madencilik
mesleğinin tabiatı gereği riskli olduğunu vurgulamak için söz etti “kader”den.
Fakat bu durumda da “madencilikteki bu mevcut riski nasıl en aza indireceğiz” sorusu önemini yitirmiyor.
Aksine, grizu patlamalarına karşı uyarı sisteminin bu kazada niye devreye girmediği, girdiyse neden hemen önlem alınmadığı gibi “teknik” sorular çok önemli.
Hükümet, eğer ortada ihmal varsa bulup cezalandırmalı, yasal boşluk varsa doldurmalı. Sonuçta madenlerin daha güvenli hale gelmesi için her şeyi yapmalı.
Hatta İshak Alaton’un Taraf’ta yayınlanan “zaten zarar eden kömür ocaklarını kapatalım, işçilere yeni meslek öğretelim” önerisini dahi bence dikkate almalı.
Sistem mi, zihniyet mi?
Son bir laf da, bu tip kazalar üzerine hep “işte, insanlık dışı kapitalizmin rezil sonuçları” diye nutuk çekmeye başlayan, yani aslında hiç bir çözüm önermeyen, aksine “ütopyacılık” yaparak çözümsüzlük öneren kimi solculara:
Kömür madenlerini ortaya çıkaran şey “kapitalizm” değil, sanayi devrimidir. (Sanayi-öncesi toplum istiyorsanız onu da ayrıca tartışırız.) Sanayileşen her ülkede ise, ister kapitalist olsun isterse sosyalist, madencilik de başlamıştır başka “ riskli” işler de.
Sosyalist sanayilerin kapitalist ülkelere kıyasla daha “insancıl” olduğunu düşünmek içinse hiç bir sebep yoktur. Aksine, Stalin’in “sanayi devrimi” yahut Mao’nun “büyük ileri atılımı”, milyonlarca “zayiat”a mal olmuş korkunç süreçlerdir.
Çünkü eğer bir ülkede insan hayatına değer verilmiyorsa, orada kurulacak kapitalizm de “vahşi” olur, sosyalizm de.
Türkiye’nin bu konudaki temel sorunu da, “ekonomik sistem” değil, söz konusu değer vermezlik, umursamazlık, adamsendeciliktir.
Sokak ortasında “ölüm çukuru” açıp giden İSKİ’ciden, “eğitim zayiatı”nı normal gören subaya kadar, işte bu “zihniyet”tir asıl derdimiz.
Star, 26.05.2010