Liberaller arasındaki ayrışmayla ilgili yazılarımda beş vakaya farklı bakışın liberaller üzerindeki etkilerini irdelemeye çalıştım. Söz konusu ayrışmanın liberallerin bireysel olarak düşünme, dünyaya yönelme metotları ve kişisel donanımlarıyla bir ilişkisinin de bulunabileceğini düşünüyorum. Daha önceki tecrübelerimle son vakaları birleştirdiğimde bu kanaatim kuvvetleniyor. Son yazıda bu konuya temas edeceğim.
Eskiden beridir liberal camiada karşımıza çıkan bir problem bazı liberallerin kendini tek alanla sınırlaması. Bunu ne demek olduğunu kısaca şöyle ifade edebiliriz: Liberalizm hem siyasî – hukukî hem ekonomik boyutları bulunan bir sistematik fikirler demetiyse, onu iyi anlamak için her iki alanda da makul ölçüde bilgi edinmek gerekir. Bunu yapmayan kişilerin liberalliği, birçok örnekte şahit olunduğu üzere, topal ördeğe benziyor. Yani, liberalizm çalışmayı sadece ekonomiyle sınırlı tutmak vahim yanılgılara kapı açıyor. Hayek, bunu, sırf iktisat bilen bir iktisatçı kadar tehlikeli biri olmadığını söyleyerek ifade eder; iktisatçılara hukuk, hukukçulara iktisat çalışmayı salık verir. Sadece iktisat çalışmak liberalizmin siyasî boyutlarını görmekte ve kavramakta zorluklar yaratabiliyor. Hatta, bazı vakalarda, iktisatta pür liberal görünenlerin siyasette otoriteryen -örneğin Kemalist- olmasına yol açıyor. Aslında, siyasî fenomenler iktisadî analizlere tabi tutulabileceği gibi, ekonomik vakalar da siyaset teorisiyle incelenebilir. Bazı durumlarda bunlar öylesine iç içedir ki, bir ayrım yapmak da anlamsız veya imkânsız olabilir. Meselâ, birçok kimse, mülkiyetin pür ekonomik bir hak olduğunu düşünür, oysa özel mülkiyet aynı zamanda siyasî tanınmaya ihtiyaç duyan bir haktır. Dolayısıyla, siyaset felsefesinin de konusudur. Bir ülkeye egemen siyasî felsefe mülkiyeti bir hak olarak görmüyorsa, o ülkede mülkiyetin, de facto olarak sıfırlanamasa bile, de jure olarak var olması çok zayıf bir ihtimal. Keza, siyaset teorisi çalışmayan birinin siyasal itaat yükümlülüğünün sebepleri, siyasal iktidarın meşruiyetinin kaynakları, şiddetin meşruiyet şartları ve sınırları gibi konuları kavramaları çok zor.
Benzer bir tahlil politik iktisadı ihmâl ederek sırf siyaset teorisi – felsefesi çalışan kimseler için de geçerlidir. İktisadî hayat bir insan ve dünya gerçeğidir ve onun doğasını dikkate almayan her siyasî teori iflas etmeye, bazı durumlarda felaket yaratmaya mahkûmdur. Bu yüzden, günümüz şartlarında, liberalim diyen veya liberal olmak isteyen herkesin, bir temel piyasa ekonomisi bilgisi edinmesi, yani liberal politik ekonomiden haberdar olması şart. Aksi hâlde, ya sınırsız yeniden dağıtım planlarına dayanan otoriteryen siyasî teoriler geliştiriliyor, ya da ekonominin toplumsal hayatta belirleyici bir öneminin olmadığı zannediliyor. Bu gerçeğin en büyük delili sosyalizmin tarihidir. Sosyalizm özünde pür siyasî bir teoridir. İktisadî faaliyetin bir siyasî otorite tarafından istendiği gibi tanzim edilebileceğini düşündüğü için uygulandığı her yerde ekonomik felaket yaratmıştır. Siyasetin kendisi bile bazı bakımlardan iktisadî hayatın kurallarına ve özelliklerine tabidir. Siyasetçiler – hukukçular kuralların ne olduğunu bilirler ama disiplin içinde kalarak onların nasıl doğduğunu açıklayamazlar. Bunun için iktisada başvurmaları gerekir.
Fikir hayatında düşünme, anlayıp açıklama ve teori inşa etme – savunma yöntemleri de liberallerin aldığı pozisyonun belirlenmesinde etkili olabiliyor. Tecrübeyi, deneme yanılma yöntemini dışlayarak kurucu rasyonalizm yöntemini benimseyenler ile evrimci akılcı olan ve tecrübeye de önem verenler aynı konuda çok farklı pozisyonlarda durabiliyor. Benim görebildiğim kadarıyla, meselâ, tek bilgi kaynağı olarak Ayn Rand’dan yararlanmak ve bazı anarko – kapitalistler gibi her şeyin ölçüsünün ve yaratıcısının insanlık tarihinin her yerinde her zaman aynı özelliklere sahip olarak mevcut bulunmuş bir akıl olduğunu kabul etmek sanki radikalleşmeye, savrulmaya elverişli pozisyonlar alınmasını kolaylaştırıyor.
Liberaller arasındaki bu ayrışma nereye varacak, ne olacak? Endişeye mahal yok, nereye varacaksa varacak, ne olacaksa olacak. Herkes bildiği, seçtiği konumda, dilediği tarzda, istediği ölçü ve yoğunlukta yoluna devam edecek. Beraber çalışabilecekler bunu yapacak, yapamayacaklar kendini rahat hissettiği kulvarlara geçecek. Umulur ki bu süreçte insanlar ne olursa olsun asgarî edep ve nezaketi elden bırakmazlar, çünkü iyi insanlık liberallikten de önce gelir ve en büyük erdemdir. Umulur ki herkes, her görüş, her duruş tezlerini ilkesel ve teorik tutarlılığa sahip olarak izah etmek ve savunmak için çaba harcar, böylece liberal düşünceye katkıda bulunur, belki de daha önce ulaşılamayan toplum kesimlerine ulaşma kanalları açar.
Zamandan daha büyük merhem, çare, delil yok. Bekleyecek ve kimin ne yapacağını, sonunda nereye varacağını göreceğiz. Muhafazakârlıkla ‘suçlanma’ (!) riskini göze alarak şöyle bitireyim: ‘Hayırlısı olsun!’