Aksi takdirde, bir partiye yöneltilen eleştirinin diğer partilere destek vermek veya bir partiye verilen desteğin diğer partileri kategorik olarak dışlamak gibi görülmesi ihtimali kuvvetlenir. Konuya girmeden önce, liberal bireylerin bir kolektif bütün teşkil etmediğini, bu yüzden, bu satırların yazarı başta olmak üzere, hiçbir liberalin tüm liberaller adına konuşamayacağını belirtmek isterim. Çirkin ve temelsiz bir hitap tarzını kör bir inatla sürdüren Sabah Gazetesi köşe yazarı Engin Ardıç’ın daha iyi anlaması için öyle ifade etmem gerekirse, liberallerin bir “şefi” yoktur da olamaz da. Bundan dolayı, şimdiye kadar “liberal” olduğunu hiç beyan etmeyen, sosyalizmle demokrasi arasında muhtemelen bir çatışma görmeyen ve piyasa ekonomisi fikrini önemli ölçüde reddedeceğini sandığım Ahmet Altan’ın Ardıç tarafından ikide bir “liberal şef” diye anılması hem yanlıştır hem de yakışıksızdır. Taraf Gazetesi’nin de bütün olarak liberalleri temsil eden bir yayın organı olduğu söylenemez. Taraf çalışanlarının birçoğu sosyalist ve yazarları arasında liberalizme şu veya bu ölçüde sempati besleyenler yanında ondan rahatsızlık duyanlar da var. Açıkça “liberalim” diyen Hadi Uluengin ise Kemalizm’le bulanmış bir Amerikan liberalizmine yakın. Popüler medyada şahit olunan liberalizmin mahiyeti ve kimlerin liberal olduğu hakkındaki kafa karışıklığının bu yazıda ele alamayacağım birkaç sebebi var. Bunların bir kısmı cehaletle, bir kısmı kolaycılıkla, bir kısmı meslekî taassupla ve bir kısmı da kötü niyetle bağlantılı…
Kimse tüm liberaller adına konuşamayacağına göre, ben, yazının mevzusuna bir klasik liberal olarak nasıl yaklaştığımı açıklamaya çalışayım. Partilere bakmadan önce klasik liberal çizginin siyasete bakışına kısaca değinmem lâzım. Otantik liberaller, diğer birçok ideolojik çizgi gibi, siyasetin ortada kaldırılamaz bir beşerî gerçeklik olduğunu kabul eder. Siyaseti ortak varoluştan kaynaklanan sorunların bazılarının çözülme yöntemlerinden biri olarak görür. Ancak, siyasetin tüm toplumsal hayatı kapsamasını istemez. Zira, siyaset, eninde sonunda, kamu zoruyla, yüzde yüz ittifakla alınmamış ve alınamayacak kararların uygulanması anlamına gelir. Siyasetin beşerî rolünün abartılması ve alanının rastgele genişletilmesi adım adım tüm sivil toplum alanlarının zora dayanan siyasetin işgali altına girmesine sebep olur. Burada siyasetin demokratik mi yoksa anti-demokratik mi olduğu problemin özünü değiştirmez. Meselâ, bir dinî azınlığın bir otoriter monarkın veya bir demokratik çoğunluğun siyasî kararıyla bazı haklarından mahrum bırakılması azınlık açısından bir şey değiştirmez. Bu yüzden, demokratik bile olsa siyasetin alanının sınırlı olması gerekir. “Liberal demokrasi” terimindeki liberal kelimesi bunu yaparak özgürlüğün siyasî iktidara (yani devlete) karşı korunmasına işaret etmektedir.
Çok kısaca özetlediğim bu kavrayış, onu benimseyen liberalleri siyasete ihtiyatla bakmaya iter. Bu yüzden, bir klasik liberalin siyaseti en yüce beşerî faaliyet ve siyasetin esas itibarıyla onlar aracılığıyla ve onlar içinde yapıldığı siyasî partileri en mühim beşerî organizasyonlar olarak görmesi beklenemez. Otantik çizgiye bağlı liberallerin siyasette fazla yer almamasının ve genel olarak liberallerin siyasette muhafazakârlardan ve sosyal demokratlardan daha az başarılı olmasının sebeplerinden biri budur. Ancak, liberaller sevmese de siyaset vardır ve siyasî süreçler işlemektedir. Siyaseti tamamen dışlamak liberali en azından kendine verilebilecek zararları önleme mücadelesinde dezavantajlı konuma düşürür. Bunun olmaması için siyaseti takip etmeye ve etkilemeye çalışmak gerekir, ki bu ister istemez liberaller ile siyasî partiler arasında doğrudan veya dolaylı, adı konulmuş veya konulmamış bir ilişkiye yol açar.
Benim anladığım ve gördüğüm kadarıyla, felsefî anlamda klasik liberal biri, bir partiye tümüyle gönül veremez, onun bir parçası veya uzantısı olamaz. O zaman, yukarıda açıkladığım sebeplerle, galiba en doğrusu, partilere kategorik olarak destek vermek veya karşı çıkmak yerine, konu, görüş, somut icraat bazlı tavır takınmak. Her partiyi izlemek ve “doğru” bir şey yaptığı zaman o çerçevede destek vermek, “yanlış” bir şey söylediği zaman yine o çerçevede karşı çıkmak ve eleştirmek. Ve de bu tavrı hem iktidar hem de muhalefet partilerine karşı takınmak. Şüphesiz, iktidar partilerine karşı daha dikkatli olmak lazım, zira, icraat makamında olmalarından dolayı, iktidar partileri hak ihlâli yapmaya her zaman daha yakındır. Ama bu, muhalefet partilerinin tarama menzili dışına alınmasını haklılaştırmaz.
On yılını dolduran AKP iktidarı boyunca şahsen hep bu pozisyonda oldum. İktidarı ne alkışlara boğdum ne de kategorik olarak dışladım. Ne yaptıysa doğru olduğunu söylemedim. Her yaptığına karşı çıkmadım. Geri dönüşü olmayan bir “devrim” yaptığını, “yeni bir Türkiye” kurduğunu iddia etmedim. İktidara karşı her zaman ihtiyatlı bir iyimserlik içinde bulundum. Onu daha liberal bir çizgiye gelecek şekilde etkilemeye çalıştım. Bugün de aynı yerdeyim. AKP iktidarına kategorik olarak karşı olma veya şartsız destek verme durumunda değilim. AKP’nin, liderlik üslubu başta olmak üzere, eleştirdiğim birçok yönü ve icraatı var, ancak bu, onun yerinde icraatlarını ve ülkeye katkılarını inkâr etmemi gerektirmiyor. Muhalefet partilerine karşı da benzer bir konumdayım. Doğru olduğuna inandığım şeyler söyledikleri ve iyi icraatlara imza atıp destek verdikleri sürece konu bazında onlara destek vermeye hazırım. Yanlış şeyler söyledikleri veya yapılmasına destek oldukları sürece de eleştirmeye ve karşı çıkmaya kararlıyım.
Zaman, 23.11.2012