İngilizce’de “ad hominem attack” diye bir kavram var. Tam olarak “kişiye yönelik saldırı” demek. Bir insanın fikirlerini çürütmek yerine şahsına hakaret etmeye böyle deniyor. Ve çok ayıplanıyor.
Bizim ülkede ise “kişiye yönelik saldırı” anormal değil, bilakis son derece normal bir şey. Çünkü hemen her ideolojik çevrede, fikirlerini sevmediği insanlara hakaretler düzen, görüşlerinden çok “kaç paraya ve kime satıldıklarını” tartışan haşin kalemler var.
Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Ömer Lekesiz beyefendi de, ne yazık ki, son yazısını şahsıma yönelik böyle bir saldırıya ayırdı. Pek çok tahkir edici söz ve ima kullandı. Bunları geçiyorum. Hem mukabele etmenin faydası yok, hem de asıl problem, ortak değerler paylaştığımıza emin olduğum Ömer beyin şahsi üslubu değil, orada yansıyan ama bir Türkiye problemi olan “entelektüel saldırganlık”.
İslamcılık nedir?
Tartışma, “İslamcıların sistem tutkusu” başlıklı son yazımla başladı. Orada, İslamcı aydınları, siyasi ve ekonomik düzeyde “İslami sistem” kurmaya odaklanırken, iman, ahlak ve kültür gibi kritik meseleleri ihmal etmekle eleştirmiştim. Biraz daha açayım.
Önce, mucidi olmadığım “İslamcı” kavramına bir not: Eğer bundan kasıt İslam’a iman etmek ve onu savunmak ise, buna bir itirazım elbette olamaz. (Aksine “İslamcı” sıfatını taşımaya layık olmayı umarım.) Ancak kastım, bir “İslam devleti” projesine ve bunu hedefleyen bir ideolojiye sahip olmak.
Peki ama zaten İslam’ın kendisi bir “devlet” (ve “ekonomi”) öngörmüyor mu? Bunlardan vazgeçmek, İslam’ın bir kısmını terk etmek değil midir? Gelen itirazların bir kısmı bu yönde. Oysa:
1) İslam’ın tarihsel tecrübesi içinde “din ve devlet”in el ele gittiği doğrudur. Ama bu ne kadar “dînî” ne kadar “tarihsel” bir durumdur, tartışılır. Dahası, gelenekte tümüyle “devletsizliği” savunan alimler bile olmuştur. Çünkü İslam’ın siyasi alandaki olmazsa olmazı “devlet” değil, “hukuk”tur.
2) Bugün “devlet” dediğimizde ister istemez “modern devlet”ten bahsediyoruz; bu ise geleneksel dönemdeki devletlerden çok farklı bir şey. Dolayısıyla gelenekteki modelleri aynen alıp bugüne taşımak meseleleri çözmüyor. Mesela “zorunlu din dersi olsun mu, olursa kime göre olsun” diye bir soru eskiden yoktu; çünkü her çocuğun mecburen gittiği “devlet okulları” yoktu.
Bu “modern durum” karşısında “biz yine de İslam devleti isteriz” denebilir elbette. Ama “devlet tarafsız (laik) olsun, mümin birey ve cemaatler ise sivil alanda kendi hayatlarını tanzim etsin” de denebilir. Ben de bu ikinci cevaptan yanayım.
Aklı bölmek
Burada bir nüansı vurgulamak gerek: “Laik devlet” istemek, “İslam’ı siyasi alandan çıkarmak” değil. Yani, “mümin aklı ikiye bölünsün, bazı alanlar din dışında kalsın” gibi, Avrupa Aydınlanması’ndan mülhem saçma bir teklif değil bu. Aksine, İslam’ın siyasi alanda nasıl var olması gerektiğine dair bir öneri.
Çünkü bence laiklik, “din ve siyasetin ayrılması” değil, sadece “din ve devletin ayrılması”dır. (Sudanlı hukukçu Abdullahî Ahmed En-Na’im, “Islam and the Secular State” adlı kitabında bu farkı izah eder: Laik devlet altında İslamî referanslı siyasi partiler olabilir, ama hiç biri “resmi ideoloji” tesis etmemelidir.)
Bana gelen eleştirilerin en tuhafı ise, “ahiret kavramını yoksamak” oldu. (Ömer bey öyle demiş.) Oysa, tam tersine, ben asıl İslamcılar’ın ahiret hakikatini biraz ıskaladığını düşünüyorum; İslamiyet’i dünyevi bir “sistem”e dönüştürmek ve bir tür “yeryüzü cenneti” peşinde koşmakla.
Kuşkusuz, en doğrusunu Allah bilir. Anlaşmazlığa düştüğümüz meselelerde de nihai hükmü ahirette O verecektir.
Star, 03.10.2011