HDP eşbaşkanları Demirtaş ve Yüksekdağ, Diyarbakır Belediyesi başta olmak üzere, birçok HDP’li belediye eşbaşkanları tutuklanıp cezaevine konuyor. HDP’nin direnme ve sokağa çıkma çağrıları talep görmüyor. Birçok ilde yüzde 70-80 civarı oy alan HDP’nin bu çağrıları neden karşılık bulmuyor? Oysa ki, daha önceki çağrılarda yüzbinler , bazen milyonlar sokağa çıkardı.
Halkın bu yeni tavrı nasıl okunmalı?
Bilindiği gibi, 40 yıldır terör yöntemlerini kullanarak mücadele eden bir PKK gerçeği var.
1980, 12 Eylül faşist darbesi sonucu; sağdan ve soldan gençler yoğun işkencelere maruz kaldı, idamlar yapıldı. Özellikle, Diyarbakır cezaevinde en vahşi ve insanlık dışı işkenceler oldu. Bu durum PKK’ye ilgi ve katılımı artırdı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri Kürtlerin kimlik ve demokratik haklarını inkâr edip, asimilasyon, sürgün ve katliam politikaları gütmesi de PKK’yı gittikçe güçlendirdi.
40 yılda 50 bini aşkın insan öldü. Yüzbinlerce insan sakat kaldı. 4 milyona yakın Kürt doğup büyüdüğü yerleri terk etti. Güvenlik gerekçeleriyle köyleri yakıldı ve göçe zorlandı. Bir kısmını kendisine destek olmuyor diye PKK göçe zorladı. Yurdundan göçe zorlananlar büyük şehirlerin varoşlarında yaşamaya başladılar. Üzgün, kırgın, umutsuz, öfkeli ve her türlü yönlendirmeye açık bir kitle oluştu. Suç çetelerine kaynak oluşturdular…
Doğu ve Güney Doğu’da “faili meçhuller”, sürekli silah ve bomba sesleri; fakirlik, yoksulluk ve eğitimsizlik halkı per perişan etti.
Devletin klasik inkâr politikası, Ak Parti döneminde terk edildi. ” Kürtler vardır ve Kürtçe diye bir lisan var” noktasına gelindi. Birçok resmî inkâr ve yasak, yasa ve uygulamalar kaldırıldı. Bu yeni anlayış Kürtlerde bir sevinç yarattı. Ak Parti büyük bir sempati topladı.
PKK lideri Öcalan’ın 90’lı yıllardan beri, “silahsız çözüm” arayışları; Ak Parti’nin bu yeni yaklaşımıyla örtüşmeye başladı. 2013’te “Barış süreciyle” Türkiye yeni bir devreye girdi. Bir bahar havası esmeye başladı. Güney Doğunun dağlarında piknik yapılır oldu. Yöreye ciddi yerli ve yabancı turist akımı başladı. Ekonomi canlandı ve yüzler gülmeye başladı.
İyi niyetlerle gerçekleştirilen barış sürecinin içi doldurulamadı. “Türk usulü”, kervan yolda düzülür mantığıyla yola çıkıldı. Her iki tarafta da diğerine karşı güvensizlik vardı. PKK’nin de devletin de “gizli ajandası” oluşmaya başladı. Çünkü halka açık ve dürüst bir proje konmadı halkın önüne…
Bu arada, PKK şehirlere silah ve bomba yığınağı yaptı. Bu süreci devlet biliyor ve seyrediyordu.
Bu meyanda, Türkiye’de Başkanlık tartışmaları başladı. Sayın Erdoğan’ın başkan olmak için her enstrümanı kullanmaya çalıştığı müşahede edildi. Hatta Öcalan’ın da buna sıcak baktığı dillendirildi.
Bu sırada Ortadoğu’da sınırlar yeniden belirleniyordu. Suriye’de iç savaş tırmanmaya başlamıştı. Her grup ve etnik yapı bu yeni paylaşımdan pay alma mücadelesine girişti. Suriye Kürtleri de PYD çatısında örgütlenmeye başladı…
Bu hengâmede 2015 7 Haziran seçimleri yapıldı. Sayin Cumhurbaşkanı eski partisi ve başkanlık lehine sahaya indi. HDP ve Demirtaş’ın başını çektiği muhalefet ise,” Seni Başkan Yaptırmayacağız!” Kampanyasını yürüttü. Kürtlere düşman olan, lakin Erdoğan’dan nefret edenler bile HDP’ye oy verdi.
HDP %13 oy ve 80 vekil çıkardı, (30 Mart’ta 100 civarı belediye başkanlığı kazandı). Ak Parti % 39 civarında kalıp iktidarı kaybetti. Büyük bir şok yaşandı. Ak Partililer, Kürtleri “ihanetle” suçlamaya başladı. Sayın Erdoğan’ın bu seçimden önce, “Dolmabahçe’de kurulan bir masa yoktur. Kürt sorunu yoktur…” minvalindeki açıklaması Kürtlerde şok yaşatırken, PKK’nin de tekrar silaha döneceğini ilan etmesi barış sürecini bitirdi ve silahlar ve bombalar tekrar devreye girdi…
Koalisyon süreci başarısız oldu. Sayın Erdoğan’ın siyasî ustalığı ve milliyetçi, güvenlikçi seçim taktikleriyle 1Kasim 2015 seçimlerinde Ak Parti tekrar tek başına iktidar oldu.
Barış sürecine karşı olan Fetö çetesi de ayrı bir aktör olarak süreci sürekli sabote etti. KCK tutuklamaları, Oslo sürecinin ve İmralı tutanaklarının sızdırılması hep bu çetenin operasyonuydu.
Suriye’de ABD- Batı ve Rusya ile İran’ın vekalet savaşları yürütmesi, hatta Rusya’nın Suriye’nin çağrısıyla direkt sahaya girmesi denklemleri değiştirdi.
PYD ve YPG’nin Suriye’de etkin bir aktör olması Türkiye’nin klasik “Kürt Fobisi”ni tetikledi.
PKK’nin Hendek ve çukur siyasetinin Suriye’deki bu oluşumu tamamlatmak için bir taktik olduğu iddia edildi.
“Seni başkan yaptırmayacağız” ve Hendek siyasetinin Kürtlere ve Türkiye’ye faturası çok ağır oldu. Faturayı ağırlaştıran bir diğer etmen de “Kürt Fobisidir”. Bölünme paranoyasıyla, Ortadoğu’da yaşayan 40 milyon Kürdün bir statü kazanması istenmiyor…
Gelinen noktada: Halk 40 yıldır çektiği acı ve çileyi artık kapatmak istiyor. Barış sürecini bu yüzden destekledi. 7 Haziran’da HDP’ye oy verip, güçlü bir siyasetle sorunu demokratik usullerle çözmesini istedi. Fakat PKK’nin yanlış ve farklı dinamiklerden yola çıkarak bu süreci doğru okumadığı görüldü. PKK terör ve Hendek siyasetine bir destek gibi yorumladı bu oyları. 12-25 yaş arası binlerce gencin öldürülmesine sebep oldu. Şehirler yerle bir oldu. 500 bini aşkın insan şehrini ve anılarını terk etti. Yoksulluğun pençesinde kıvrandılar. 1000’e yakın güvenlik gücü mensubunun da bu savaşta ölmesi ve binlercesinin yaralanması toplumda yeni düşmanlıkların oluşmasını sağladı. HDP’nin, PKK’nın bu mantıksız ve irrasyonel siyasetini engellemediği gibi, sürece sahip çıkması Kürtlerde ve ona oy verenlerde büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. İşte bu yüzden halk sessiz ve tepkisiz. Ama devletin uyguladığı bu yeni güvenlikçi politikayı desteklediği anlamına gelmiyor. Halk PKK HDP’ye kızgın, devlete mesafeli ve güvensiz…
Halkın sokağa inmemesinin bir diğer nedeni de, sayin Erdoğan’ın çok kararlı ve sert güvenlikçi politikalarıdır. Olağanüstü hal durumu Ak Partililer hariç, diğer yüzde 50’de ciddi bir korku ve kaygı oluşturmuş durumda. Muhalif seslerin hainlikle suçlanması ve çoğunun tutuklanması halkı sindirmiş durumda. Fetö hainlerinin yaptığı darbe girişimi, ciddi bir korku ve travma yarattı. Bu yüzden pek adaletli davranılmadığı yönünde söylemler var. Kurunun yanında yaşın da yandığı kanaatiyle bir sessizlik var…
Umarız ki, ülkemizde tekrar bir bahar havası eser. Bunun yolu da; ülkemizin her bireyinin, sahip olduğu bütün aidiyetleriyle bu güzel ülkenin onurlu bir vatandaşı olduğunun hissettirilmesidir.
Bu çok kolay bir yolla sağlanabilir. Evrensel, demokratik, insan hak ve hürriyetlerinin hayata geçirilmesi; ekonomide, eğitimde, siyasette fırsat eşitliğinin sağlanması sorunlarımızı çözecek anahtarlardır.
Ülkemiz insanlarının daha fazla birbirine yabancılaşmaması için, tam demokratik bir cumhuriyet sisteminin inşa edilmesi elzemdir…