PKK’nın Şemdinli halkını silaha sarılmaya zorladığı, bunun için tehdit ettiği, hatta bu yüzden bazı köylerde halkın evini barkını bırakıp göç etmek zorunda kaldığı; kimi ailelerin çocuklarını PKK’dan kurtarmak için Kuzey Irak’a gönderdiği söyleniyor televizyon ekranlarında.
Söylentiler doğru mu bilemem ama akla yakın. Zorbalığın bu noktaya gelmesinde şaşılacak hiçbir şey yok. “Gönüllü” bir halk ayaklanması başlatamayan PKK’nın halkı tehdit ve baskıyla“ayaklandırmaya” -ve tabii kırdırmaya- kalkışması, ne kadar umutsuz bir çaba olursa olsun, ona yakışan bir şey.
Sadece bu olay bile, PKK’nın düşlediği “özerk bölge” yönetiminin ne menem bir şey olduğunu, Kürtler’e nasıl bir hayat vadettiğini koyuyor ortaya. Tabii bir şey daha ortaya koyuyor bu olay: Devletin şu andaki en acil görevinin, PKK tehdidi altında yaşayan halkın güvenliğini ve özgürlüğünü garanti altına almak olduğunu…
Baskı hep vardı ama…
Bölge halkının PKK tehdidi altında bir yaşam sürmesi yeni bir olgu değil. Biz, bölgedeki kanaat önderlerinin ve STK’ların öteden beri ağır baskı altında olduklarını; bölgede siyaset yapan Ak Partililer’in bunu canları pahasına yaptıklarını; bölge esnafının PKK tehdidi altında kepenk kapatmak zorunda kaldığını; bölgedeki işadamlarından zorla alınan haraçları, PKK’ya karşı çıkan aydınların nasıl “yargısız infaz”a uğradığını; örgütün kurduğu sözde halk mahkemelerinde yargılanmak dahil çeşitli tehditler altında yaşadığını zaten biliyoruz. Ama gelen haberler doğruysa yani Kürtler silah zoruyla “silahlandırılmaya” çalışılıyorsa, bu durum tehdit ve zorbalığın yeni bir aşamaya sıçradığını ve durumun her zamankinden acil olduğunu gösterir.
Daha önce de yazdım:
Eğer şimdiye kadar bölge halkı PKK’dan gelen bu baskıları engelleyebilen “güçlü bir devlet”i arkasında bulabilseydi, ona güvenebilse ve bu güven içinde korkmadan tavır alabilseydi durum çok farklı olabilirdi.
Ama öyle olamadı. Tam tersine Kürtler hep iki tarafa da güvenemeden, iki taraflı bir sıkışmışlık içinde yaşamak zorunda kaldı. Uzun yıllar boyu “ağızlarında devletin, enselerinde PKK’nın namlusuyla”yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar.
Bugünlere böyle geldik.
Bugün öyle bir noktadayız ki, devletin Kürtler’e baskı yapmaması, kimliklerine saygı göstermesi, demokratik haklarını tanıması yetmiyor, aynı zamanda PKK’dan Kürtler’e yönelen saldırıları da göğüslemesi gerekiyor.
Türkiye’nin en karanlık yılları, Kürt halkının PKK ile Türk devleti arasında en fazla sıkıştığı, her iki taraftan da çok ağır baskı gördüğü yıllar oldu. Bunu, devletin bölgedeki kontrolünü büyük ölçüde kaybettiği yıllar izledi. Bu koşullar, bölge halkının ister istemez güçlüden yana göründüğü yıllar oldu. Ama artık o dönem geride kaldı. Şimdi açıkça belli ki, bölge halkının büyük çoğunluğu artık şiddetin bitmesini istiyor. PKK’nın kör şiddetinin Kürt sorununun aleyhine çalıştığını hissediyor. Ama halkın bu özleminin serbestçe ortaya çıkabilmesi için devlet otoritesine ihtiyaç var. Bölge halkı üzerindeki PKK baskısı engellenmeden özgür irade beklemek hayal. Farklı kesimlerin özgürce davranabilmesi için kendilerini güvende hissetmeleri lazım. Bunu da ancak iyi işleyen, adil davranabilen güçlü bir devlet yapabilir.
Gerçekten kritik bir noktadayız. Kürt sorununun savaşarak çözülemeyeceği, mutlaka siyaset yoluyla çözülmesi gerektiğini söyleyenler başta olmak üzere herkesin PKK’nın Kürtler üzerindeki baskısı alt edilmeden siyaset yoluyla çözümün olmayacağını da görmesi lazım.
Güçlü devlet zamanı
Şimdiye kadar hemen her yazımda devletin küçülmesinden, çeşitli alanlardan çekilmesinden söz eden benim gibi birinin, Diyarbakır’da güçlü devletten bahsetmesini çelişki gibi görenler olabilir.
Oysa bu bir çelişki değil. Halkın canını, malını, özgürlüğünü güvence altına almak söz konusu olduğunda elbette güçlü devletten yana olacağız.
Devlet bu işe yaramayacaksa başka ne işe yarar ki!
Bugün, 25.08.2012