Nuriye Akman, son dönemlerde çok revaçta olan bu soruyu farklı siyasi görüşlere sahip Kürtlere yöneltmiş geçen haftaki yazısında. Sayın Akman’ın lütfedip görüşüne başvurduklarından biri de bendim. Kendisine kısa bir cevap yazdım. (Zaman, 06.11.2011) Ancak konu önemli, dolayısıyla buna dair fikirlerimi daha ayrıntılı bir şekilde açıklama gereği duyuyorum.
Öncelikle ve özellikle belirtmem lazım gelen bir husus var: Kürtler yekpare bir yapı arz etmiyorlar; Kürt toplumu da her toplum gibi kendi içinde çoğulculuk taşıyor, her toplumda olduğu gibi Kürtler arasında da birbirinden çok farklı siyasi görüşler bulunuyor. Dolayısıyla geçmişte de PKK’ye “Hayır” diyen partiler, gruplar ve örgütler oldu; günümüzde PKK’yi onaylamayan siyasi yapılar bulunuyor. Bu meyanda iki siyasi çizgiye dikkat çekmek isterim:
İlki, Kürt meselesini demokratik siyasetin imkânları ile çözmeye ilke edinen HAKPAR ve KADEP çizgisidir. Bu siyasal çizginin öteden beri PKK’ye yönelik bazı temel eleştirileri var. Her şeyden önce PKK’nin kullandığı yöntemi tasvip etmiyor, PKK’nin şiddete başvurmasını Kürtlerin haklı davasını kriminalize ettiği gerekçesiyle eleştiriyor. Kürtlerin devlete karşı mücadelesinin PKK ile başlamadığını ve 12 Eylül öncesinde tamamen demokratik yolları kullanarak önemli siyasi başarılar kazandığına işaret ediyor ve PKK şiddetinin demokrasi içerisinde mesafe alınmasını imkânsız kıldığını belirtiyor.
Bu çizgi, otuz yıla yaklaşan savaş ortamında çok büyük ağırlığı Kürt olmak üzere 40 binden fazla insanın hayatını kaybettiğini, Kürt coğrafyasının tahrip edildiğini, köyleri yakıp yıkılarak zorla göç ettirilen Kürtlerin kötü yaşam koşullarına mahkûm edildiğini, yani en büyük zararı Kürtlerin gördüğünü ifade ediyor. PKK’nin bugün “demokratik özerklik” projesini savunduğunu hatırlatıp talep edilen ile yaşanan felaket arasında bir uçurum bulunduğuna dikkat çekiyor. Demokratik özerkliğe karşılık ödenen bedelin çok ağır olduğunun altını çiziyor ve “Bir demokratik özerklik için tüm bunlara değer miydi?” diye soruyor. Ayrıca bu çizgi, genel olarak federasyonu savunuyor ve demokratik özerkliğin kendisine de -“Kürdi” ve “Kürdistani” değerleri aşındırdığı için- karşı çıkıyor.
Seçimlerdeki destek
Bu siyasal çizgi, PKK’nin ideolojisini ve yapılanması da eleştiriye tabi tutuyor. PKK’nin Stalinist bir örgüt olmasının ve siyasi alanı yoğun şiddete başvurarak düzenleme yoluna gitmesini PKK’li olmayan Kürtleri endişeye sevk ettiğini dillendiriyor. İlk ortaya çıktığı dönemde kendisi dışındaki Kürt parti ve örgütlerini silah yoluyla tasfiye eden PKK’nin iktidar olması halinde kendisine muhalif unsurlara yaşama şansı tanımayacağına ve mutlak bir egemenlik tesis edeceğine dair tehlikeleri gündeme taşıyor. İşin doğrusu PKK de bu kaygıları beslemek için elinden geleni yapıyor. Mesela son derece totaliter bir dille yazılan ve bazı maddelerinde açıkça faşizan hükümler içeren KCK Sözleşmesi, ancak PKK ideolojisine ve Öcalan’ın önderliğine/rehberliğine biat edenlerin yaşayabileceği bir toplumsal tasavvur ortaya koyuyor. Öncü parti düşüncesi ve lider kültü üzerine örülen bu metin, PKK’li olmayan Kürtlerin uykularını kaçırıyor.
Bu siyasal çizgi PKK’ye önemli ve güçlü eleştiriler getirse de toplumsal düzeyde bir karşılık bulmuyor. Bu siyasal çizginin temsilcisi olan partiler girdikleri seçimlerde Kürt seçmenlerin desteğini arkalarında görmüyorlar. Buna karşılık, üzerinde durulacak ikinci siyasal çizgi olan AKP, Kürt nüfusunun önemli bir kısmının oyunu alıyor. 2011 seçimlerinde PKK ile aynı tabanı paylaşan BDP, Kürt siyasetin birincil derecede etkili olduğu sekiz ilde (Batman, Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Van) % 51.7, ikincil derecede etkili olduğu 6 ilde ise(Ağrı, Bingöl, Bitlis, Iğdır, Kars Şanlıurfa) % 23.5 oy aldı; geriye kalan oyların büyük kısmı AKP’de toplandı. (Erol Tuncer, Seçim 2011, TESAV Yayınları, 2011) Bu rakamlar, AKP’nin BDP karşısında bölgedeki bir diğer politik ağırlık merkezini oluşturduğunu ve Kürtlerin önemli bir oranının PKK’ye kaşı AKP’yi desteklediğini gösteriyor.
PKK’nin meşruiyeti
Kısaca söylemek istediğim, Kürtlerin mono blok olmadığı ve Kürtler içinde PKK’ye hayır diyenlerin bulunduğudur. Ancak kanımca burada asıl tartışılması gereken soru PKK’ye destek veren Kürtlerin PKK’ye yönelik eleştirel bir perspektif geliştirip geliştirmeyeceği ve PKK’nin şiddetini bir sorgulamaya tabi tutup tutmayacağıdır. Bu kitlenin PKK değerlendirmesi şu şekilde özetlenebilir: “Eğer PKK olmasaydı ve devlete karşı mücadele etmeseydi, Türk devleti Kürtlerin hiçbir hakkını-hukukunu tanımayacaktı. Bugün Kürtler birtakım kazanımlar elde etmiş ise bu PKK sayesindedir.”
Bu değerlendirme, sadece PKK taraftarları arasında geçerli değildir. PKK’ye muhalif olmakla birlikte bazı Kürtler, devletin geçmişte yaptıklarına duydukları öfke ve devlete güvenmemeleri nedeniyle bu düşünceye yakın duruyorlar. Bu ise PKK’ye güçlü bir meşruiyet kazandırıyor. Denilebilir ki PKK’nin en büyük gücü dağdaki silahlı elemanlar değil toplumla kurduğu bu ilişki ve toplumdaki meşruiyetidir. Söz konusu olan kitlede PKK’ye karşı bir itirazın yükselmesi bu meşruiyetin oranının düşmesine bağlıdır. Burada ise devreye iki faktör girer:
Biri PKK’nin yapıp ettikleridir. Eğer PKK sivil hedeflere daha çok yönelir, daha fazla sayıda masum insanın canına kast eder ve müzakere sürecini bozan taraf olarak davranırsa, yoğun bir eleştiriye tabi tutulur. Nitekim 14 Temmuz’dan sonra başlayan süreçte bilhassa sivillere yapılan saldırılar nedeniyle PKK daha önce olmadığı ölçüde Kürt kamuoyunda sorgulandı ve bu durum PKK’de epey bir rahatsızlık yarattı. Öyle ki Karayılan, çatışmaları kendilerinin başlatmadığını ve müzakere sürecinin kendileri tarafından sabote edilmediğini belirten uzunca bir mektup yazmak zorunda kaldı ve kamuoyunda aleyhlerine oluşan havayı dağıtmaya çalışmıştı.
Sorunu derinleştiren adımlar
İkincisi, devletin/hükümetin tutunacağı tavırdır. Bir kere şunu açıklıkla ortaya koymak gerekir: Eğer devlet/hükümet, PKK’yi tamamıyla ortadan kaldırmayı amaçlayan bir politika izlerse buna -sadece PKK tabanı değil- diğer Kürtler de karşı gelir ve PKK’nin toplumsal desteği daha da genişler. Daha fazla PKK’li öldürmek üzerine kurulan her politika PKK’ye güç katar.
Dolayısıyla burada belirleyici faktör, devletin/hükümetin izleyeceği yoldur. Eğer devlet/hükümet, paralel yürüyecek bir demokratikleşme ve silahsızlandırma programını uygulamaya geçirirse PKK’nin sosyolojik meşruiyetini zayıflatabilir. Silahsızlandırmadan kasıt, PKK’nin sürece dâhil edilmesi ve örgütün -silah bırakması karşılığında- siyasi haklar dâhil tüm haklarla teçhiz edilmesidir. Demokratikleşme; Kürtlerin zaten çok önceden tanıması gereken haklarını tanınmasını, siyasi alanın mümkün olduğunca genişletilmesini ve her türlü hak mücadelesi için silaha gerek olmadığı düşüncesinin toplumda yerleşmesini sağlamayı gerektirir. Böyle bir politika Kürtlerin geniş desteğini alır ve eğer PKK bütün bunlara rağmen silahları bırakmamada ısrar ederse sosyolojik meşruiyetini zedeler ve Kürtlerin muhalefeti ile karşılaşır.
Ne var ki, devletin/hükümetin ülkede barışın kurulmasına hizmet edecek bir demokratikleşme ve silahsızlandırmayı politikası izleyeceğine dair bir emare yok ufukta. Tam aksine sorunu derinleştiren adımlar atılıyor ha bire. PKK ihtiyaç duyduğu toplumsal meşruiyeti üretirken en büyük desteği, bir cenazeye katıldığı ve bir toplantıda bir-iki kelime konuştuğu için Osman Baydemir’i 28 yıl hapsetmeyi düşünen bir devlet/hükümet aklından alıyor.
Radikal 2, 13.11.2011